6 Aralık 2011 Salı

Senin Kokun Duydu Canım

AŞK
İlahi bir aşk ver bana, kandalığım bilmeyeyim
Yavu kılayum ben beni, isteyuben bulmayayım
Al gider benden benliği, doldur içime şenliği
Bu dünyada öldür beni, varıp anda ölmeyeyim

Şöyle hayran eyle beni, bilmeyeyim dünden günü
Daim isteyeyim seni, ayruk nakşa kalmayayım
Senin kokun duydu canım, terkini urdu cihanın
Hergiz belirmez mekânın, seni kande isteyeyim

Aşkın bir od urdu cana, üs yürürem yana yana
Ciğerim gark oldu kana, nice zari kılmayayım
Ko ben yanayım tüteyim, bülbül olayım öteyim
Dost bahçesinde biteyim, açıluben solmayayım

Halim getirsem dile, kim bana söğe, kim güle
Bari yanayım dert ile, ben dillere gelmeyeyim
Mansur um çek dara beni, ayan göster anda seni
Kurban kılayum bu canı, aşka münkir olmayayım
Aşktır bu derdin dermanı, aşk yolunda verem canı
Yunus Emre eydür bunu, bir dem aşksız olmayayım

Yunus Emre (k.s.a.) Divanı

Hz. Mevlana'dan (k:s:a:) Nasihatler

  Allah Teâlâ, nebileri ve velîleri âlemlere rahmet olarak dünyaya göndermiştir. Bu yüzden halka bıkmadan, usanmadan nasihatte bulunurlar. Bu nasihatleri dinlemeyip kabul etmeyenler için de, "Ya Rabbi! Sen bunlara acı, rahmet kapısını bunlara kapatma!" diye yalvarırlar.

Sen aklını başına al da, velîlerin öğütlerini canla başla dinle! Dinle de, üzüntüden, korkudan kurtul, mânevî rahata kavuş, eminliğe eriş!

Fırsatı kaçırmadan ve tereddüde düşmeden, bu fânî âlemin aldatmacalarından sıyrılmış, kendini tamamıyla Hakk'a teslim etmiş olan kâmil insanın eteğini tut ki, âhir zamanın, şu bozulmuş dünyanın fitnelerinden kurtulasın!

Velîlerin sözleri âb-ı hayatla dolu, saf, dupduru bir ırmak gibidir. Fırsat elde iken ondan kana kana iç de gönlünde mânevî çiçekler, güller açılsın.

Efendi, bilmiş ol ki edep, insanın bedenindeki ruh gibidir. Aslında edep, Allah dostlarının gözü ve gönül nûrudur. Eğer şeytanın başını ezmek dilersen, gözünü aç da gör ki, şeytanın katili edeptir.

Gözünü aç da, baştanbaşa Allah kelâmı olan Kur'ân-ı Kerim’e bak! Kur'ân'ın bütün ayetleri edep talim eder, edep öğretir.

Sen varını, yoğunu, malını, mülkünü ver de bir gönül al. Al da, o gönül, mezarda, o kapkara gecede, sana ışık versin, nur versin...

Hak dostu olan bir insan ile bir an beraber bulunmak, bir ömre bedeldir. Ondan düşen bir kıl ise kıymetli bir madene bedeldir. Fakat Hak dostlarının zıddı olan öyle katı kalpli insanlar da vardır ki, onlarla bir arada bulunmak ve konuşmak şöyle dursun, onları görmemek ve onlardan uzak olmak cihân mülküne bedeldir.

Gönlüme dedim ki: "Önde olmaya heves etme, lütuf merhemi ol. İnciten diken olma. Kimseden sana bir kötülük gelmesini istemiyorsan, kötü sözlü, kötülük öğreten, kötülük düşünen olma. Her hâlinle amel-i sâlih içinde ol."

Hz. Muhyiddin Arabi'den (k.s.a.) Nasihatler

Kalbini Allah’ın zikrine alıştırırsan, mutlaka kalbin zikrin vereceği nurla nurlanır. O nur kalp gözünün açılmasını sağlar.

Allah’ın kullarına, şefkat ve merhametle muâmele et. Merhametini bütün canlılara bolca saç. Şöyle deme: "Bu ottur, cansızdır, faydası yoktur." Evet, onların faydası ve birçok da hayrı vardır. Yaratılmışı kendi hâline bırak ve ona, yaratıcının merhametiyle merhamet et.

İsteyeni boş çevirme, güzel bir sözle dahî olsa onun gönlünü al, güler yüz göster. İleride Allâh'a mülâki olacağını düşün.

Dünyalık için Allah’tan başkası seni kul edinmesin. Çünkü sen ancak seni kul olarak kabul eden Allah’ın kulusun.

Allah’ın mümin kullarına, selâm vermek, yemek yedirmek, işlerini görmek sûretiyle muhabbet göstermelisin. Şunu iyi bil ki, müminlerin tümü, tek bir insan, tek bir vücut gibidir.
Kendini cemaate alıştır. Allâh korkusundan ağlamaya çalış. Allâh'ın ipine sarıl. Allah’ın sevip hoşnut olacağı şeylere rağbet göster.

Muhyiddîn İbnü'l-Arabî -kuddise sirruh- (d. 1165, v. 1240)

Kulun Rabbine En Yakın Olduğu An

Resulullah (SAV) Efendimiz şöyle buyurdu: "Kulun Rabb’ına en yakın olduğu anı, secde anıdır."

Şunu bilmelisin ki secde eden secde ettiği zaman, varlığı cem kaynağından alıp ayrıntılı âleme yaymaktadır. Yani yalnızlıktan çıkıp bütün kâinatla bir bağlantı kurmaktadır. Ama kurabilirse. Secdesini tam yapabilirse.

Şunu da bilesin ki bir kul vaktâ ki, Hakk Teâlâ onu yokluktan varlığa çıkardı... Böylece o Yüce Hakk 'tan uzaklaştı.

Peki bu durumda, kulun cem âleminden ayrılıp yaygın bir varlığa geçtikten sonra Rabb’ ına yakınlığı nasıl olacak? Evet, nasıl olacak ki tekrar eski yerine gidebilsin?

Bu gidiş ancak şu şekilde olabilir: Hakk’ ın, esma, sıfat, ahlak ve âyetlerine uygun bir şekilde dağıldıktan sonra olabilir. Bu da ancak secdede olabilir.

Manasını anla.


Sadreddin Konevi Hz.(k.s.a.)

12 Kasım 2011 Cumartesi

NAKŞ-İ BEND

    

http://t3.gstatic.com/images?q=tbn:ANd9GcSpYLqH8jhFlXPCZ-wh0wF4YxHzOu_smQfVlrnKp04TWoeLCsrEDSG9a8UpAAŞah-ı Nakş-i Bend: "Ey alemlerin elini tutucu. Sen benim elimi tut ki, sana el tutucu desinler." dedim.
 

     Hz. Gavsulazam Abdulkadir-i Geylani (KSA) şöyle devam etti: Ey alemlerin nakşını tutucu. Sen benim nakşımı tut ki, sana Nakş-ı bend desinler.

Abdurrahim Reyhan (K.S.): Bizi anlamayanlar da olacak. Bizi sevmeyenlerde olacak.
Ama biz, bizi anlamayanları da anlamaya, bizi sevmeyenleri de sevmeye mecburuz.


11 Kasım 2011 Cuma

EVLİYAULLAHI TANIMAK BİLMEK DİNLEMEK OKUMAK VE FAYDALARI

İmam-ı Gazali hazretleri buyuruyor ki:

Çok çalışınca, çok ibadet yapınca, beden yorulur. Hareket etmek istemez. Bu zaman uyumakla veya salih zatların hayat menkıbelerini okumakla yahut mubah olan eğlencelerle bedeni neşelendirmeli. Böyle yapmak, usanarak ibadet yapmaktan efdaldir. (İ. Ahlakı)

Sıbgatullah Arvasi hazretleri de buyuruyor ki:

Evliya menkıbelerini okumak, dinlemek Allah sevgisini artırır. Eshab-ı kiramın menkıbeleri, imanı kuvvetlendirir, günahları mahveder. (Evliyalar Ansiklopedisi)

Evliya zatların menkıbeleri okununca onlar hatırlanır ve günahlara kefaret olur. Onların hatırlanması Allahü teâlânın hatırlanmasına sebep olur. Dört hadis-i meali şöyledir:

(Salihleri [Evliya zatları] anmak günahlara kefarettir.) [Deylemi]

(Evliya görülünce, Allah hatırlanır.) [İbni Mace]

(Öyle zatlar vardır ki, Allah’ı hatırlamanın anahtarıdır. Onlar görülünce Allah hatırlanır.) [Taberani]

(Allahü teâlâ buyurdu ki: “Ben zikrolunduğum zaman Evliyam hatırlanır. Onlar zikrolununca da, ben hatırlanırım.”) [İ. Begavi-Mesabih]
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:

Zikir, hatırlamak demektir. Allahü teâlâyı hatırlamak, Onun ismini söylemekle veya çok sevdiği Evliya bir zatı görmekle olur. Evliyayı severek, inanarak görünce, muhakkak hatırlanacağı müjdelendi. Görmek, gözle olduğu gibi, Evliya zatın şeklini, suretini, kalbine, hayaline getirmekle de, görmüş gibi olup, Allahü teâlâyı hatırlamaya sebep olur. (2/46)

Seyyid Abdülhakîm Arvâsî hazretleri buyuruyor ki:

Hasta yanında, Evliya, âlim ve salih zatların menkıbeleri ve sözleri konuşulmalı, bunlara sevgisi arttırılmalıdır. Evliya-yı kiramdan bahsetmek, rahmete sebep olur. (Sefer-i ahiret risalesi)

Nefsi tezkiye, dine uymakla, sonra La ilahe illallah zikrini çok söylemekle, sonra Evliya bir zatın sohbetiyle ve kitaplarını, menkıbelerini okumakla olur. (İ. Ahlakı)
Bir başka husus da, dinin, imanın esası, Allahü teâlânın dostlarını sevmek ve sevmediklerini sevmemektir. Yani hakiki imana kavuşmak için, bu büyük zatları sevmek şarttır. İnsan, tanımadığı kimseleri sevemez. Evliya menkıbelerini okuyup, Allah dostlarını hatırlamak ve sevmek gerekir. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:

(İmanın temeli, Allah’ın dostlarını sevmek ve kâfirleri yani Allah’ın düşmanlarını, din düşmanlarını sevmemektir.) [İ.Ahmed]

Fıkıh âlimi Muhammed bin Hüseyin Beclî de, Resulullahı rüyada gördü. En iyi amel nedir diye sordu. (Evliyanın yanında bulunmaktır) buyurdu. Yaşayan Evliya bulamazsak deyince, (Diriyken de, ölüyken de onu sevmek, en kıymetli ameldir) buyurdu. (Sefinet-ül Irakıyye)

4 Eylül 2011 Pazar

TASAVVUFDA HAYAL ETMENİN DÜŞÜNMENİN ŞEKİLLERİ

  Rabıta, çok değişik şekillerde yapılabilir. Rabıtanın temeli muhabbete dayandığı için, herkesin muhabbeti ve sevgi meşrebi bir değildir. Ancak, rabıtanın genel usul ve edepleri vardır. Rabıta bunlara göre yapılmalıdır. Rabıtayı yapılış zaman ve şekline göre büyükler iki gruba ayırmışlardır.

MÜRŞiDiN HUZURUNDA YAPILAN RABITA

Mürid, mürşidinin huzurunda rabıta yaparken, onu yüksekçe bir taht üzerinde oturan azametli bir sultan gibi görür. Kendisi de onun huzurunda boynunu büküp duran bir fakir gibi bulunur. Kalbini bir dilenci torbası gibi açarak hükümdarın huzuruna arz eder. Bu hâl, hayal ile değildir. Çünkü orada mürşid hazırdır ve hayale gerek yoktur. Mürid, ümit ve edeple mürşidinin vereceği manevi hediyeleri bekler, ondaki nur ve feyze talib olur. Bütün duygularını ve sevgisini onda toplar.

MÜRŞiDiN GIYABINDA YAPILAN RABITA

Günlük Ders Olarak Yapılan Rabıta

Mürid, günlük rabıta dersini yapacağı zaman, akşam namazından sonra, abdestli bir şekilde kıbleye karşı adap üzere oturur, gözlerini kapatır, yirmi beş (25) defa estağfirullah der.

Mürşidinin dolunay gibi ilahi nurlarla parlayan cemalini hayalinde canlandırır.
Onu gözünün önüne getirmeye ve ondaki nurlardan nasiplenmeye çalışır.
Bunun için mürşidin iki kaşı arasından çıkan bembeyaz süt şeklindeki ilahi nurun ve feyzin, müridin ağzından girerek kalbinin üzerine geldiğini, kalbinden yayılarak bütün vücudunu sardığını düşünür.
Buna 10-15 dakika devam eder. Rabıtanın en azı beş (5) dakikadır. Duruma göre bu süre uzatılabilir.
Sonra 25 defa estağfirullah diyerek gözler açılır.
Kadınlar ders rabıtası yaparken, mürşidi bir nur şeklinde, güneş gibi parlak vaziyette düşünürler. Mürşidin vücut azaları, başı, yüzü, gözü zahiri olarak değil, ilahi nur ve feyiz ile dolu gönlü ve o gönüldeki nurun dışa yansımış hâli düşünülür. Ruh ruha, kalp kalbe, gönül gönüle bağlanır ve ondaki ilahi nurdan, feyizden, sevgiden, ilimden ve edepten nasiplenmeye çalışır.
Ders olarak yapılan rabıtanın vakti akşam ile yatsı arasıdır.
Ramazan- şerif ayında ise bu ders öğle ile ikindi namazı arasında yapılır. Ramazan ayının ve orucun bereketinden istifade etmek için Ramazan ayında rabıta, gündüz yapılır.

Hayatın Her Anına Yayılan Rabıta

Buna manevi ve hayali rabıta da denir. Bu rabıtanın şekli çoktur. O belli bir vakte bağlı değildir. Her iş ve ibadetten önce yapılacak bir rabıta şekli vardır. Bu rabıta ile basit işler güzelleşir, görülen şeylerden ibret alınır, kalp devamlı uyanık olur, insan edeplenir. Rabıta desteği ile yapılan amellerde insan, varsa riyasını görür, ihlasa sarılır, kusurlarını fark eder. Manevi rabıtanın bir şekli mürşide ait şeyleri sevmektir. Mürşid sevgisini kuvvetlendirmek için onun ehl-i beytini, oturduğu yerleri, kendisiyle ilgili şeyleri düşünmek, bir yandan muhabbetle ayrılık hasreti çekmek, öbür yandan buluşma özlemi ile kalbi mürşide bağlamak gerekir.

Mürid, yolda yürürken, yemek yerken ve bir işe giderken mürşidine yönelerek onun ruhaniyetini kendi tarafına çekebilir. Bu ruhaniyetin nurları ve tasarrufatı altındaki bir insan Allah’ın rahmetini üzerine çekmiş olur. Bu rahmet ona çok şey kazandırır. Mürid, günlük işlerinde de rabıtalı olmalıdır. Mesela uyuyacağı sırada mürşidini baş ucunda kendisine feyiz akıtır vaziyette düşünmesi, aynı şekilde uykudan uyanınca, bir ders alma veya verme anında, namazın başında ve sonunda rabıta yapması önemli kazanç sağlar. Çünkü müridin iki rabıta arasında işlemiş olduğu her amel, rabıtanın bereketi içinde işlenmiş olur. Namazın içinde rabıta yapılmaz.

Rabıtanın bereketi, kalbi Yüce Allah’a bağlamak ve onu her an uyanık tutmaktır.Müridin, dostlarıyla veya yabancılarla sohbet ederken, evinde ailesi içinde oturup kalkarken rabıta yapması da önemlidir. Bunun en önemli faydası gaflete düşmemek, boş konuşmalardan kaçınmak ve karşısındaki kimselere edepli davranmaktır. Müridin tatlı akar sular, hoş manzaralar, güzel binalar, çekici elbiseler, lüks arabalar görünce de rabıta yapması kendisine önemli kazançlar sağlar. Bu durumda mürid şöyle düşünebilir: Keşke mürşidim şu akar suyun başında, şu hoş manzaranın içinde veya şu güzel binada olsa da sohbetini dinleme şerefine ersek. Çünkü böyle yerlerde sohbet daha tatlı olur. Keşke mürşidim şu elbiseleri giymiş veya şu güzel vasıtaya binmiş olsa da herkes ondaki cemali ve celali, tevazu ve edebi görse. Bunlar ona ne güzel yakışır, hem bu nimetlere de en fazla o layıktır. Çünkü onların şükrünü en güzel o yapar. slında bu düşünceler samimi sevginin gereğidir. Çünkü aşık insan hoşuna giden her güzel şeyin sevdiği kimsede de bulunmasını ister, hatta önce onu tercih eder. Aşkta bencillik olmaz, ben diyen aşık olamaz. Mürid de karşılaştığı güzel nimetler içinde önce kimi hatırladığına bakarak sevgisini kontrol edebilir. Güzel nimetler karşısında yapılacak rabıta müridi gaflet, nankörlük, kin, haset, dünya sevgisi, cimrilik gibi hastalıklardan korur.Rabıtanın ihmal edilemeyeceği yerlerden birisi de velilerin hâllerini inkar eden alimlerin meclisleri ve onlarla münakaşa anlarıdır. Bu andaki rabıta kalbi yıkıcı fikirlerin etkisinden kurtarır, müridi edebe uymayan hissi ve nefsi davranışlardan uzak tutar.Bir başka mürşidle karşılaşma veya buluşma anında da rabıtalı olmalıdır. Bu şekilde mürid, karşılaştığı büyüğe karşı edepli davranır, sevimsiz düşüncelerden kurtulur, kalp kaymasından korunur.

Kâmil Mürşid Rahmet Vesilesidir

Mürid, bir nimetle karşılaşınca, bunu nefsine veya herhangi bir ameline maletmek yerine, mürşidinin dua ve bereketine bağlaması güzel olur. Böylece, kalp nimete değil onu verene bağlanır, Allah’a şükreder. Kendisine bu nimetin gelmesine vesile edilen, ayrıca nimet karşısında nasıl davranacağını öğreten mürşidine de teşekkür eder.

Burada şöyle bir soru akla gelebilir: Gerçekte bütün nimetleri yaratan ve dilediği kimselere dilediği kadarını ulaştıran Allahu Teala’dır. Böyle bir anda mürşidi düşünmenin ve onu nimete vesile görmenin ne faydası vardır? Bu durum sebebe bağlanıp asıl vereni unutma ve ileri safhada şirke düşme tehlikesi taşımaz mı?

Buna cevap olarak denir ki: Bir nimete ulaşan kimse için asıl tehlike onu kendi nefsinden bilip, ben yaptım, ben çalıştım, ben kazandım diyerek gaflete düşmesidir. Elbette bütün mülk, yaratma ve nimetleri taksim Yüce Allah’a aittir. Ancak Yüce Allah’ın dünya alemindeki adeti, her şeyi bir sebeple yaratmasıdır. Bu alemin ayakta durması için en büyük sebep, içinde Allah’a kulluk eden, O’nu zikreden salih müminlerin bulunmasıdır. Resûlullah (s.a.v) efendimizin belirttiği gibi: “Yeryüzünde Allah, Allah diye zikredenler bulunduğu sürece kıyamet kopmayacaktır. Kıyamet, dünyadaki hayatın sönmesi ve bütün hayat düzeninin bozulmasıdır. Demek ki şu anda bütün insanlık Yüce Allah’ın zikrini çeken salihlere teşekkür borçludur. Çünkü bu dünya onların yaşadığı ilahi ahlak ve çektikleri zikir sebebiyle ayakta durmaktadır.

Şu hadisleri de burada hatırlatmalıyız:“İnsanlar, Allahu Teala’nın kulları içinden seçtiği salihlerin sebebiyle yağmura kavuşur, onların bereketiyle müminler ilahi yardıma ulaşır, halktan umumi azap kaldırılır.”

Allah bu ümmete ancak aralarındaki zayıf görünümlü salihlerin duası, namazı, orucu ve ihlası sayesinde yardım eder.”

İmam Rabbani (k.s), Hz. Peygamber’e varis olan ve dini hayatı canlandıran irşat kutbu müceddidi tanıtırken şöyle demiştir:“Müceddit öyle bir kimsedir ki, ümmete gelen bütün feyiz ve maneviyat ancak onun sayesinde gelir. Onun aracılığı olmadan hiç kimseye irşat, hidayet, nur ve feyiz gelmez. Bu Allah’ın takdir ve tercihi ile böyle olmaktadır. Allahu Teala irşat kutbu yaptığı zatı vesile ederek dilediklerine pek çok faydalar ulaştırır. Bazen bundan irşat kutbu olan zatın haberi de olmaz.”

İşte rabıta yoluyla kendisine kalbin bağlandığı zat bu irşat kutbudur. Zaten bu yetki ve derecede olmayan kimseye rabıta yapılması yasaktır. İrşat kutbunun kim olduğunu o kimsenin irşadı gösterir. Onun veliliği ve peygamber varisi olduğu her hâlinden bellidir. Takva imamı olduğu güneş gibi ortadadır. Yeter ki onu gören kimse inkar gözüyle bakmasın.Mürid elde ettiği her nimetin kendisine gelişi için bir sebep arayacaksa, bu sebep onun Allah’tan gafil nefsi değildir. Elbette her şey Yüce Allah’ın sonsuz rahmeti ve iradesiyle olmaktadır. Ancak Allahu Teala kullarına göndereceği bir nimeti onların içlerinden seçtiği bir kul vasıtasıyla göndermeyi daha çok sevmektedir. Maddi ve manevi bir nimete kavuşunca yapılacak rabıta kalbi eşyaya değil, Yüce Mevla’ya bağlar. Kulu şirke değil, şükre götürür.

Hastalık ve Sıkıntı Anında Rabıta

Mürid bir musibet ile karşılaşınca şöyle düşünmelidir: Mürşidim, bende Allah’tan başka şeylere karşı ilgi, aldanma ve gaflet görerek kalbimin onlardan kurtulması ve Allah’a yönelmesi için Yüce Allah’tan bana bu musibeti vermesini dilemiştir. Böylece mürşidim uyanmamı ve tüm varlığımla Yüce Allah’a yönelmemi istemiştir. O hâlde bu musibet aslında bir ihsandır. Çünkü o beni kapıldığım gurur ve gafletten kurtarmıştır. Bu durumda ben böyle bir musibeti verene şükür, onun verilmesine sebep olana da teşekkür etmeliyim.

Sadat-ı Kiram’dan Şah-ı Hazne (k.s), müridin günlük işleri ile meşgul olurken yapacağı hayâli rabıtayı şöyle tarif etmiştir: “Mürid, sanki üstadı daima kendisiyle berabermiş gibi düşünür. Bir şey yediği, dostlarıyla konuştuğu, başkalarıyla karşılaştığı zaman onu hatırından çıkarmaz. Yatacağı ve uykudan kalktığı vakitte onun baş ucunda bulunduğunu düşünür. Talebeye ders verirken, dersi bitirirken, namaza ilk kalkarken, namazı bitirirken mürşidini yanında, önünde hayal eder. Mümkün olduğu kadar bu düşünceye devam edip, nefsin sevdiği şeye iltifat edilmemesi gerekir."

Rabıta Farklı Derecelerde Gelişir

Bu yolun büyükleri derler ki: Râbıtanın şekil ve dereceleri farklı farklıdır. Onun tek bir şekli yoktur. Bu sebeple mürid sabırlı olmalı, hak yolundaki edeplere dikkat etmelidir. Kalbini öldürecek boş işlere dalmamalıdır. Dinin emirlerine sıkıca yapışıp nefsi yavaş yavaş rabıtaya alıştırmalı ve bu hâli ilerleterek rabıtanın farklı derecelerine ulaşmalıdır. Şu çok önemli: Kâmil mürşidi düşünürken onun kulluk sıfatını unutmamak ve kendisine ait olmayan sıfatları düşünmemek gerekir. Bir sevgi haddi aşınca sevgiliye ihanete dönüşür. Müride düşen mürşidini yüceltmek değil, ondaki yüksek sıfat ve ahlaklardan nasiplenmektir.

İş-güç esnasında kısaca mürşidimin huzûrundayım diye düşünmek kâfidir. Yine Namaz ve Kur’an okurken namazını ve okuyuşunu karıştıracak şekilde râbıta yapmaktan sakınarak kısaca: “mürşidimin huzurunda Kur’an okuyorum, yanında namaz kılıyorum” diye düşünüp okunacak şeylerin güzel yapılmasına, mânâlarının düşünülmesine dikkat edilmelidir. İşte devamlı râbıta böyledir. Bu kısmı, kulun gayretine bağlıdır. Gelecek mânevî zûhûrat ve zevkler ise vehbîdir. Onlar Allah vergisi olup, kulun müdâhâlesi söz konusu değildir. “ Namazın içinde rabıta yapılmaz. Namazda kendiliğinden oluşan rabıta hâlinin bir zararı yoktur; ancak bu hâle iltifat edilmez. Namazda kalbi dağılan kimse: “Şu anda Kabe’de namaz kılıyorum, mürşidimin arkasında namazdayım, sağımda cennet, solumda cehennem var, ayaklarımın altında sırat köprüsü kurulu...” şeklinde bir çeşit zikir sayılacak ve kalbini toplayacak şeyleri düşünmesinin bir zararı yoktur, aksine faydası vardır. Böyle bir düşünce şirk değildir.

Namazın ve içindeki bütün amellerin hedefi Yüce Allah’ı zikirdir. Bu zikre vesile olan, kalbi uyandıran, gönlü toplayan, ibrete yol açan düşünceler, tefekkürler, hayaller, namazın ruhuna aykırı değildir. Mürid bu şekilde rabıtayı bütün vakitlerine yaymaya ve her zaman mürşidi ile kalb bağlantısı kurmaya çalışmalıdır. Çünkü gönlünü ve gündemini mürşidi ile doldurmayan kimsenin gönlü kendini meşgul edecek bir sevgili bulur. Ancak her sevgili onu Allah’a bağlamaz, her sevgi saadet sebebi olmaz.


Kaynak: Arifler Yolunun Edebleri

 Ali Râmitenî Hazretleri(k.s.a), Allah-u Teàlâ katında sevgili bir kul olabilmenin on şartı olduğunu bildirip bunları şöyle sıralamaktadır:

1. Temiz olmaktır. Temizlik de iki kısma ayrılır.

a.Zâhirî temizlik: Dış görünüşün temiz olmasıdır. Bu, bütün insanların dikkat edeceği hususlardandır. Giyecek, yiyecek, içeceklerin ve kullanılacak bütün eşyâların temiz olmasıdır.
 

b. Bâtın temizliğ i: Kalbin iyi huylarla dolu olmasıdır. Hased etmemek, başkaları hakkında kötülük düşünmemek, Allah-u Teàlâ'nın düşmanlarından nefret etmek, dostlarına da muhabbet etmek gibi Cenâb-ı Hakkın beğendiği iyi huylardır. Kalb, Allah-u Teàlâ'nın nazargâhıdır. Bu sebeple kalbe dünyâ sevgisi doldurmamalıdır. Haram olan yiyeceklerle beslenmemelidir. Nitekim hadîs-i şerîfte; "Uzak yoldan gelmiş, saçı sakalı dağılmış, yüzü gözü toz içinde bir kimse, ellerini göğe doğru uzatıp duâ ediyor. Yâ Rabbî! diye yalvarıyor. Hâlbuki, yediği içtiği haram, gıdâsı hep haram. Bunun duâsı nasıl kabûl olur?"Yâni haram yiyenin duâsı kabûl olmaz buyruldu. Gönül, kalb temiz olmazsa ibâdetlerin lezzeti alınamaz, mârifete, Allah-u Teàlâ'ya âit bilgilere kavuşulamaz.

2. Dilin temizliğidir. Dilin münâsebetsiz ve uygun olmayan sözleri söylemeyip susması, Kur'ân-ı kerîm okuması, emr-i ma'rûf ve nehy-i münkerde bulunması, Allah-u Teàlâ'nın emirlerini yapmayı ve yasaklarından kaçınmayı bildirmesi, ilim öğretmesi gibi. Zîrâ sevgili Peygamberimiz; "İnsanlar, dilleri yüzünden Cehennem'e atılırlar." buyurdu.

3. Mümkün olduğu kadar insanlardan uzak durmağa çalışmalıdır. Bu sebeple göz, haram şeylere bakmamış olur. Zîrâ kalb, göze tâbidir. Her harama bakış, kalb aynasını karartır. Nitekim Peygamber Efendimiz; "Yabancı kadınların yüzlerine şehvet ile bakanların gözlerine, kıyâmet günü ergimiş kızgın kurşun dökülecektir." buyurmuştur. Yabancı kadınlara bakmak haramdır.

4. Oruç tutmaktır. İnsan oruç tutmak sûretiyle meleklere benzemiş ve nefsini kahretmiş olur. Bununla ilgili hadîs-i kudsîde; "Oruç bana âittir. Orucun ecrini ben veririm. Sevâbı nihâyetsizdir. Muhakkak, sabrederek ölenlerin ecirleri hesapsızdır." buyrulmaktadır. Yine hadîs-i şerîfte; "Oruç, Cehennem'e kalkandır." buyuruldu. Oruç tutarak gönlü huzûra kavuşturmalı ve şeytanın yolunu kapatıp, siper hâsıl etmelidir.

5. Allah-u Teàlâ'yı çok hatırlamak, ismini çok söylemektir. En fazîletli olan zikir, "Lâ ilâhe illallah"tır. Lâ ilâhe illallah diyen kimse ihlâs sâhibi olur. İhlâs; bütün işlerini Allah-u Teàlâ'nın rızâsı için yapmak, dünyâya âit mal ve makamlardan hevesini kesip âhireti istemektir. İhlâslı kimse; "İlâhî! Benim maksudum sensin, seni istiyorum!" der. Nitekim Rasûlüllah Efendimiz, "Lâ ilâhe illallah" demenin çok fazîletli olduğunu ve günahların affedileceğini buyurdu. Allah-u Teàlâ, Kur'ân-ı Kerîm'de, Ahzâb sûresinin 41. âyet-i kerîmesinde meâlen; "Ey îmân edenler! Allah'ı çok zikrediniz." buyurdu. Nefsin arzu ve isteklerinden kurtulmak için devamlı zikretmelidir.

6. Hatıra yâni kalbe gelen düşüncelerdir. İnsanın kalbine gelen düşünceler dört kısımdır. Bunlar; Rahmânî, melekânî, şeytânî, nefsânîdir. Hâtır-ı rahmânî; gafletten uyanmak, kötü yoldan doğru yola kavuşmaktır. Hâtır-ı melekânî; ibâdete, tâate rağbet etmektir. Hâtır-ı şeytânî; günahı süslemekdir. Hâtır-ı nefsânî de; dünyâyı taleb etmek, istemektir. Şeytânî ve nefsânî düşüncelerden kurtulmak gerekmektedir.

7. Allah-u Teàlâ'nın hükmüne rızâ göstermek, irâdesine teslim olmaktır. Havf ve recâ, korku ve ümid arasında yaşamaktır. Zîrâ Allah'tan korkan kimse, günah işlemez. Ayrıca mü'min, ümitsizliğe de düşmez. Allah-u Teàlâ, ümitsizliğe düşmemeyi emretmektedir.

8. Sâlihlerle sohbeti seçmektir. Sâlihlerle sohbet edildiği takdirde, günahlara perde çekilir, haramlar gözüne kötü görünür.

9. İyi ve güzel hasletlerle bezenmektir. Bu da, her şeyi yaratan Allah-u Teàlâ'nın ahlâkıyla ahlâklanmaktır. Çünkü Peygamber Efendimiz; "Allah-u Teàlâ'nın ahlâkıyla ahlâklanınız." buyurdu.

10. Helâl ve temiz lokma yemektir. Bu da farzlardandır. Nitekim Allah-u Teàlâ, Bekara sûresinin 168 ayet-i kerîmesinde meâlen; "Yeryüzündekilerden helâl ve temiz olanını yiyiniz." buyurmaktadır. Peygamber Efendimiz ise; "İbâdet on cüzdür. Dokuzu helâlı taleb etmektir." Geriye kalan bütün ibâdetler bir cüzdür. Helâl yemeyen kimse, Allah-u Teàlâ'ya itâat etme gücünü kendisinde bulamaz. Helâl yiyen kimse de, Allah-u Teàlâ'ya isyânkâr olmaz. Helâl ve temiz yer, isrâf etmez.

9 Temmuz 2011 Cumartesi

ÜZÜLME (la tahzen)




                                                           LA TAHZEN / ÜZÜLME


Vakti gelmeden ölmeyeceksin !
"Ecelleri geldiği zaman onlar ne bir saat geri kalabilirler, ne de öne geçebilirler."(Nahl-61)

 
LA TAHZEN / ÜZÜLME

 
Eleştiri ve tenkit seni üzmesin, bilesin ki eleştiri kişinin hatalarını görmesine vesile olur.
"(Bu yolda) hiçbir kınayıcının kınamasından da korkmazlar."(Maide-54)

 
LA TAHZEN / ÜZÜLME

 
Korkulan şeylerin pek çoğu gerçekleşmez.
"Onlardan korkmayın, eğer mü'min iseniz, benden korkun."(Ali İmran-175)

 
LA TAHZEN / ÜZÜLME

 
Unutma kin ve hırs, hasmından daha çok insanın kendi sıhhatine zarar verir.
"Rabbimiz, bizi ve bizden önce iman etmiş olan kardeşlerimizi bağışla ve kalplerimizde iman edenlere karşı bir kin bırakma."(Haşr-10)

 
LA TAHZEN / ÜZÜLME

 
Çünkü zahmet olmadan, Rahmet olmaz.
"Demek ki, gerçekten zorlukla beraber kolaylık vardır. Gerçekten güçlükle beraber kolaylık vardır."
(İnşirah-5,6)

 
LA TAHZEN İNNALLAHE MEANA !!!
"Üzülme Allah (cc) bizimle beraberdir"(Tevbe-40

NUSRET SABIRLA BİRLİKTE GELİR

 tasavvuf 

   Sen, yakini bir imanla, tam bir rıza ile Allah için çalışmaya muktedir olabilirsen çalış; şayet buna muktedir olamazsan, hoşuna gitmeyen şeyde sabırda çok hayır var. Şunu da bil ki nusret sabırla birlikte gelir, kurtuluş da sıkıntıyla gelir, zorlukta da kolaylık vardır, bir zorluk iki kolaylığa asla galebe çalamayacaktır.
                                                                                       (Hadisi şerif)


Kütüb-i Sitte, Muhtasarı Tercüme ve Şerhi, Prof. Dr. İbrahim Canan, 16. cilt, Akçağ Yayınları, Ankara, s. 315 

EFENDİM BENİM






Bir gönül mevsimi kapına geldim Seyyidim Sultanım Efendim benim
Seninle üzüldüm,seninle güldüm Seyyidim Sultanım Efendim benim

Zamanın dilinden gönlüme aktın Kaç hamı pişirdin erittin yaktın
Beni benden aldın bana bıraktın Seyyidim Sultanım Efendim benim

Hüsnünde'ki nuru gördü Melekler Seninle vuslata erdi
Melekler Sırını ehline verdi Melekler Seyyidim Sultanım Efendim benim

 Güneş ellerinde doğsun her sabah Arayan gölgeni bulsun her sabah
İnsanlık kapını çalsın her sabah Seyyidim Sultanım Efendim benim

DÜNYA




  Mana büyüklerinden BAYEZİD-İ BESTAMİ HAZRETLERİ birgün bir tımarhanenin
önünden geçer.Tımarhane hizmetçisinin tokmakla birşeyler dövdüğünü görür ve
sorar..
--Ne yapıyorsun? hizmetçi
--Burası tımarhanedir.delilere ilaç yapıyorum.
--Benim hastalığıma da bir ilaç tavsiye edermisin?
--Hastalığın nedir?
--Benim hastalığım GÜNAH HASTALIĞI ÇOK GÜNAH İŞLİYORUM.. --Günah hastalığından anlamam.Ben delilere ilaç hazırlıyorum..
Parmaklığının arasından konuşulanları duyan bir deli(!)
Bayezid-i Bestami Hazretlerine.. Gel dede,gel,Senn hastalığının çaresini ben söyleyeyim der..
--Söyle bakalım benim derdime çare nedir der...
Deli şu ilacı tavsiye eder..
TEVBE KÖKÜ İLE İSTİĞFAR YAPRAĞINI KARIŞTIR.KALB HAVANINDA TEVHİD TOKMAĞI İLE
DÖV,İNSAF ELEĞİNDEN GEÇİR,GÖZYAŞI İLE YOĞUR,AŞK FIRININDA PİŞİR.
AKŞAM SABAH BOL MİKTARDA YE.O ZAMAN GÖRECEKSİN SENİN HASTALIĞINDAN ESER 
KALMAZ..
Bu ilacı öğrenen Beyazid Hazretleri
--Hey gidi dünya hey!!Demek,seni de deli diye buraya getirdiler,deyip oradan
ayrılır....

3 Temmuz 2011 Pazar

ESMA-İ ASHAB-I BEDİR:

ASHABI BEDİR'İN  FAZİLETİ

1- Bedir Savaşı'na katılanların cennetlik olduklarını bizzat  Resulü Ekrem Efendimiz müjdelemişlerdir.

2- Savaşın seyri sırasında  kendilerine Allah tarafından gönderilen meleklerin de katıldığı Kur'ân'da  bildirilmiş olup bu onlar için ayrıca bir fazilet sebebidir.

3- Ehli  kemâl bazı zevatın beyanına nazaran Evliyâullah'dan pek çoğu velilik makamına  Bedir ehlinin mübarek isimlerini okumaya devam etmekle nail olmuşlardır.

4- Birçok hastalığa tutulan kimsenin Bedir ehlinin mübarek ismini zikr  ederek bu vesile ile şifa taleb edip lütfü ilâhiye mazhar olarak  hastalık*larından kurtuldukları rivayet edilmektedir.

5- Ehli irfan bir  zat: "Hasta bir kimsenin başı*na elimi koyup halis bir niyyetle Bedir ashabının  adını okuduğumda mutlak şifa hâsıl olmuştur. Hatta hastanın eceli dahi gelmişse  en azından rahatsızlığı hafiflemiştir." demektedir.

6- Bazıları da:  "Duadan önce Bedir ashabının isimlerinin okunmasının duânin sür'atle kabulüne  vesile olduğunu" söylemişlerdir.

Cafer b. Abdullah şöyle diyor:

"Babam bana Peygamber ((S.A.V).)'in bütün ashabını sevmemi vasiyet eder  ve şunu ilave ederdi.

"Ey canım yavrum, Bedir ashabının adı zikr  edilince duâ kabul olunur, bu mübarek isimleri zikreden kulu, ilâhi rahmet;  bereket gufran ve rızâ-ı İlâhî kuşatır. Bu isimleri okuyarak hacetde bulunanın  dileği mutlaka yerine getirilir."

7- "Ehli Bedrin üzerinde bulundurmak, oku*mak, hıfzetmek, düşman üzerine  nusret, düşman*ların şerrinden vikayet ve yangın ve hırsız ve boğul*maktan  sıyânet ve veba ve tâûn ve cünûn ve emrazı sâireden himayet ve zevali fark ve  husûlu gına ve vefâi duyûn ve güfrânü zünûb ve keşfi kürûb ve ten*viri kulûb  velhâsıl cemîi matâlibi dünyeviyyeye ve mekâsıdı uhreviyyeye vusul ve celbi  menfaii âlakiyye ve enfüsiyye ve ins ve cinnin mazarat-larını def etmek ve  merâtibi dünyeviyyeye nail olmak için iksiri mücerreb olduğuna Meşihât-ı  İslâmiyye tarafından mücahidini Islamiyyeye hediye olunmuştur."

Şu kadar  var ki: Bu mübarek isimlerin okunuşu sırasında herbirinin adı söylenince,  RadıyAllahü anh (Allah ondan razı olsun) demek lazımdır. Şüphe yok ki  Peygamberimizin adı söylenince SallAllahü Aleyhi ve Sellem denecektir. Zira bu  edebe riayet etmek, maksadın daha kısa zamanda elde edilmesinde vesiledir.

Cenab-ı Hakk (c.c.) bizleri onların şefaatine nail eylesin. Amin



(Rıdvanullahi aleyhim ecmeıyn)


01. Seyyidüna ve  nebiyyüna Muhammed el-Muhaciri (SallAllahu teala aleyhi ve sellem)
02.  Seyyidüna Ebû Bekir Sıddıyk el-Muhaciri (R.A.)
03. Seyyidüna Ömer  ibnü'l-Hattab el-Muhaciri (R.A.)
04. Seyyidüna Osman ibn-i Affan el-Muhaciri  (R.A.)
05. Seyyidüna Aliyy ibn-i Ebi Talib el-Muhaciri (R.A.)
06.  Seyyidüna Talha bin Ubeydullah el-Muhaciri (R.A.)
07. Seyyidüna Zübeyr ibn-i  Avvam el-Muhaciri (R.A.)
08. Seyyidüna Abdurrahman bin Avf el-Muhaciri  (R.A.)
09. Seyyidüna Sa'd bin Ebi Vakkas el-Muhaciri (R.A.)
10.  Seyyidüna Said ibn-i Zeyd el-Muhaciri (R.A.)
11. Seyyidüna Ebu Ubeyde bin  Cerrah el-Muhaciri (R.A.)
12. Seyyidüna Übeyy ibn-i Ka'b el-Hazreci (R.A.)
13. Seyyidüna el-Ahnes ibn-i Habib el-Muhaciri (R.A.)
14. Seyyidüna  el-Erkam ibn-i Erkam el-Muhaciri (R.A.)
15. Seyyidüna Es'ad ibn-i Yezîd  el-Hazreci (R.A.)
16. Seyyidüna Enes Mevla Rasülillah Muhaciri (R.A.)
17. Seyyidüna Enes ibn-i Muaz el-Hazreci (R.A.)
18. Seyyidüna Enes ibn-i  Katadet'el-Evsi (R.A.)
19. Seyyidüna Evs ibn-i Sabit el-Hazreci (R.A.)
20. Seyyidüna Evs ibn-i Havli el-Hazreci (R.A.)

21. Seyyidüna İyas  ibn-i Evs el-Evsi (R.A.)
22. Seyyidüna İyas ibn'il-Bükeyr el-Muhaciri (R.A.)
23. Seyyidüna Büceyr ibn-i Ebi Büceyr el-Hazreci (R.A.)
24. Seyyidüna  Bahhas ibn-i Sa'lebe el-Hazreci (R.A.)
25. Seyyidüna el-Bera bin Ma'rur  el-Hazreci (R.A.)
26. Seyyidüna Besbese bin Amr el-Hazreci (R.A.)
27.  Seyyidüna Bişr ibn'il-Bera el-Hazrecî (R.A,)
28. Seyyidüna Beşir ibn-i Said  el-Hazrecî (R.A.)
29. Seyyidüna Bilal ibn-i Rebah el-Muhaciri (R.A.)
30.  Seyyidüna Temim Mevla Hıraş el-Hazreci (R.A.)
31. Seyyidüna Temim Mevla Beni  Ganem bin es-Silm el-Evsî (R.A.)
32. Seyyidüna Temim ibn-i Yuar el-Hazrecî  (R.A.)
33. Seyyidüna Sabit ibn-i Akram el-Evsi (R.A.)
34. Seyyidüna  Sabit ibn-i Sa'lebe el-Hazrecî (R.A.)
35. Seyyidüna Sabit ibn-i Halid  el-Hazrecî (R.A.)
36. Seyyidüna Sabit ibn-i Amr el-Hazreci (R.A.)
37.  Seyyidüna Sabit ibn-i Hezzal el-Hazrecî (R.A.)
38. Seyyidüna Sa'lebe bin  Hatim el-Evsî (R.A.)
39. Seyyidüna Sa'lebe bin Amr el-Hazrecî (R.A.)
40.  Seyyidüna Sa'lebe bin Aneme el-Hazreci (R.A.)

41. Seyyidüna Sıkf ibn-i  Amr el-Muhaciri (R.A.)
42. Seyyidüna Cabir ibn-i Abdullah bin Riyab  el-Hazrecî (R.A.)
43. Seyyidüna Cabir ibn-i Abdullah bin Amr el-Hazreci  (R.A.)
44. Seyyidüna Cebbar ibn-i Sahr el-Hazrecî (R.A.)
45. Seyyidüna  Cübr ibn-i Atik el-Evsi (R.A.)
46. Seyyidüna Cübeyr ibn-i İyas el-Evsi  (R.A.)
47. Seyyidüna Hamza bin Abd'il-Muttalib el-Muhaciri (R.A.)
48.  Seyyidüna el-Haris ibn-i Enes el-Evsi (R.A.)
49. Seyyidüna el-Haris ibn-i  Evs bin Rafi' el-Evsi (R.A.)
50. Seyyidüna el-Haris ibn-i Evs bin Muaz  el-Evsî (R.A.)
51. Seyyidüna el-Haris ibn-i Hatib el-Evsî (R.A.)
52.  Seyyidüna el-Haris ibn-i Ebî Hazme el-Evsi (R.A.)
53. Seyyidüna el-Haris  ibn-i Hazme el-Hazreci (R.A.)
54. Seyyidüna el-Haris ibn-i Simme el-Hazrecî  (R.A.)
55. Seyyidüna el-Haris ibn-i Arfece el-Evsi (R.A.)
56. Seyyidüna  el-Haris ibn-i Kays el-Evsî (R.A.)
57. Seyyidüna el-Haris ibn-i Kays  el-Hazrecî (R.A.)
58. Seyyidüna el-Haris ibn'un-Nu'man ibn-i Ümeyye el-Evsi  (R.A.)
59. Seyyidüna Harise bin Süraka el-Hazrecî (ŞEHİD) (R.A.)
60.  Seyyidüna Harise bin Nu'man el-Hazreci (R.A.)

61. Seyyidüna Hatıb ibn-i  Ebi Beltea el-Muhaciri (R.A.)
62. Seyyidüna Hatıb ibn-i Amr el-Muhaciri  (R.A.)
63. Seyyidüna el-Hubab ibn-i Münzir el-Hazrecî (R.A.)
64.  Seyyidüna Habîb ibn-i Esved el-Hazrecî (R.A.)
65. Seyyidüna Haram ibn-i  Milhan el-Hazreci (R.A.)
66. Seyyidüna Hureys ibn-i Zeyd el-Hazreci (R.A.)
67. Seyyidüna el-Husayn ibn-i Haris el-Muhaciri (R.A)
68. Seyyidüna  Hamza bin el-Mumeyyir el-Hazreci (R.A.)
69. Seyyidüna Harice bin Zeyd  el-Hazrecî (R.A.)
70. Seyyidüna Halid ibn-i el-Bükeyr el-Hazrecî (R.A.)
71. Seyyidüna Halid ibn-i Kays el-Hazreci (R.A.)
72. Seyyidüna Habbab  ibn'ül-Eret el-Muhaciri (R.A.)
73. Seyyidüna Habbab Mevla Utbe el-Muhaciri  (R.A.)
74. Seyyidüna Hubeyb ibn-i İsaf el-Hazreci (R.A.)
75. Seyyidüna  Hıdaş ibn-i Katade el-Evsi (R.A.)
76. Seyyidüna Hıraş ibn'is-Sımme  el-Hazrecî (R.A.)
77. Seyyidüna Hureym ibn-i Fatik el-Muhacirî (R.A.)
78. Seyyidüna Hallad ibn-i Rafi' el-Hazreci (R.A.)
79. Seyyidüna Hallad  ibn-i Süveyd el-Hazrecî (R.A.)
80. Seyyidüna Hallad ibn-i Amr el-Hazreci  (R.A.)

81. Seyyidüna Hallad ibn-i Kays el-Hazreci (R.A.)
82.  Seyyidüna Huleyd ibn-i Kays el-Hazrecî (R.A.»
83. Seyyidüna Halife bin Adiyy  el-Hazrecî (R.A.)
84. Seyyidüna Huneys ibn-i Hazafe el-Muhaciri (R.A.)
85. Seyyidüna Havvat ibn-i cübeyr el-Evsî (R.A.)
86. Seyyidüna Havli bin  Ebî Havli el-Muhaciri (R.A.)
87. Seyyidüna Zekvan ibn-i Ubeyd el-Hazrecî  (R.A.)
88. Seyyidüna Zü'ş-Şimaleyn ibn-i Abd Amr el-Muhaciri (ŞEHİD) (R.A.)
89. Seyyidüna Raşid ibn-i Mualla el-Hazrecî (R.A.)
90. Seyyidüna Rafi  bin Haris el-Hazreci (R.A.)
91. Seyyidüna Rafi' bin ğunecde el-Evsî (R.A.)
92. Seyyidüna Rafi' bin Malik el-Hazrecî (R.A.)
93. Seyyidüna  Rafi'ibn'ül-Muall el-Hazrecî (ŞEHİD) (R.A.)
94. Seyyidüna Rafi' bin Yezîd  el-Evsi (R.A.)
95. Seyyidüna Rib'ıy bin Rafi' el-Evsî (R.A.)
96.  Seyyidüna er-Rebi'ibn-ü İyas el-Hazrecî (R.A.)
97. Seyyidüna Rabia bin Eksem  el-Muhaciri (R.A.)
98. Seyyidüna Ruhayle bin Sa'lebe el-Hazrecî (R.A.)
99. Seyyidüna Rifaa bin Haris el-Hazreci (R.A.)
100.Seyyidüna Rifaa bin  Rafi' el-Hazrecî (R.A.)

101.Seyyidüna Rifaa bin Abd'il Münzir el-Evsî  (R.A.)
102.Seyyidüna Rifaa bin Amr el-Hazreci (R.A.)
103.Seyyidüna  Zübeyr ibn-i Avvam (R.A.)
104.Seyyidüna Ziyad ibn'is-Seken el-Evsî (R.A.)
105.Seyyidüna Ziyad ibn-i Lebid el-Hazrecî (R.A.)
106.Seyyidüna Ziyad  ibn-i Amr el-Hazreci (R.A.)
107.Seyyidüna Zeyd ibn-i Eslem el-Evsi (R.A.)
108.Seyyidüna Zeyd ibn-i Harise el-Muhaciri (R.A.)
109.Seyyidüna Zeyd ibn'ül-Hattab el-Muhaciri  (R.A.)
110.Seyyidüna Zeyd ibn'ül-Müzeyyen el-Hazrecî(R.A.)
111.Seyyidüna  Zeyd ibn'ül-Mualla el-Hazrecî (R.A.)
112.Seyyidüna Zeyd ibn-i Vedia  el-Hazreci (R.A.)
113.Seyyidüna Salim Mevla Ebî Huzeyfe el-Muhaciri (R.A.)
114.Seyyidüna Salim ibn-i Umeyr el-Evsî (R.A.)
115.Seyyidüna es-Saib  ibn-i Osman el-Muhaciri (R.A)
116.Seyyidüna Sebre bin Fatik el-Muhaciri  (R.A.)
117.Seyyidüna Süraka bin Amr el-Hazrecî (R.A.)
118.Seyyidüna  Süraka bin Ka'b el-Hazreci (R.A.)
119.Seyyidüna Sa'd Mevla Hatıb el-Muhaciri  (R.A.)
120.Seyyidüna Sa'd ibn'i Havle el-Muhaciri (R.A.)

121.Seyyidüna Sa'd ibn'i Hayseme el-Evsî (ŞEHİD)(R.A.)
122.Seyyidüna  Sa'd ibn'ür-Rebi el-Hazrecî (R.A.)
123.Seyyidüna Sa'd ibn-i Zeyd el-Evsi  (R.A.)
124.Seyyidüna Sa'd ibn-i Sa'd el-Hazrecî (R.A.)
125.Seyyidüna  Sa'd ibn-i Sehi el-Hazreci (R.A.)
126.Seyyidüna Sa'd ibn-i Ubade el-Hazrecî  (R.A.)
127.Seyyidüna Sa'd ibn-u Ubeyd el-Evsi (R.A.)
128.Seyyidüna Sa'd  ibn-i Osman el-Hazrecî (R.A.)
129.Seyyidüna Sa'd ibn-i Muaz el-Evsi (R.A.)
130.Seyyidüna Süflan ibn-i Bişr el-Hazrecî (R.A.)
131.Seyyidüna Seleme  bin Eslem el-Evsî (R.A.)
132.Seyyidüna Süleym ibn-ül-Haris el-Hazrecî (R.A.)
133.Seyyidüna Seleme bin Selame el-Evsi (R.A.)
134.Seyyidüna Selît'ibn-i  Kays el-Hazrecî (R.A.)
135.Seyyidüna Süleym ibn-ül Haris el-Hazrecî (R.A.)
136.Seyyidüna SUleym ibn-i Kays el-Hazrecî (R.A.)
137.Seyyidüna Süleym  ibn-i Amr el-Hazrecî (R.A.)
138.Seyyidüna Süleym ibn-i Milhan el-Hazrecî  (R.A.)
139.Seyyidüna Simak ibn-i Sa'd el-Hazrecî (R.A.)
140.Seyyidüna  Sinan ibn-i Ebî Sinan el-Muhaciri (R.A.)

141.Seyyidüna Sinan ibn-i Sayfi  el-Muhaciri (R.A.)
142.Seyyidüna Sehl ibn-i Huneyf el-Evsî (R.A.)
143.Seyyidüna Sehl ibn-i Rafi' el-Hazrecî (R.A.)
144.Seyyidüna Sehl  ibn-i Atik el-Hazreci (R.A.)
145.Seyyidüna Sehl ibn-i Kays el-Hazreci (R.A.)
146.Seyyidüna Sehl ibn-i Vehb el-Muhaciri (R.A.)
147.Seyyidüna Sehl  ibn-i Rafi' el-Hazrecî (R.A.)
148.Seyyidüna Sevad ibn-i Zerin el-Hazrecî  (R.A.)
149.Seyyiduna Sevad ibn-i Ğaziyye el-Hazrecî (R.A.)
150.Seyyidüna  Süveybıt ibn-i Harmele el-Muhaciri (R.A.)
151.Seyyidüna Şüca' ibn-i Ebi Vehb  el-Muhaciri (R.A.)
152.Seyyidüna Şerik ibn-i Enes el-Evsî (R.A.)
153.Seyyidüna Şemmas ibn-i Osman el-Muhaciri (R.A.)
154.Seyyiduna Sabiyh  Mevla Eb'l-As el-Muhaciri (R.A.)
155.Seyyidüna Safvan ibn-i Vehb el-Muhaciri  (ŞEHİD)(R.A.)
156.Seyyidüna Şuheyb ibn-i Sinan el-Muhaciri (R.A.)
157.Seyyidüna Sayfi bin Sevad el-Hazreci (R.A.)
158.Seyyidüna ed-Dahhak  ibn-i Harise el-Hazreci (R.A.)
159.Seyyidüna ed-Dahhak ibn-i Abd-i Amr  el-Hazrecî (R.A.)
160.Seyyidüna Damre bin Amr el-Hazreci (R.A.)

161.Seyyidüna et-Tufeyl ibn-i Haris el-Muhaciri (R.A.)
162.Seyyidüna  et-Tufeyl ibn-i Malik el-Hazrecî (R.A.)
163.Seyyidüna et-Tufeyl ibn-i Nu'man  el-Hazrecî (R.A.)
164.Seyyidüna Tuleyb ibn-u Umeyr el-Muhaciri (R.A.)
165.Seyyidüna Asım ibn-i Sabir el-Evsî (R.A.)
166.Seyyidüna Asım ibn-i  Adiyy el-Evsî (R.A.)
167.Seyyidüna Asım ibn-i Ukeyr el-Hazrecî (R.A.)
168.Seyyidüna Asım ibn-i Kays el-Evsi (R.A.)
169.Seyyiduna Akıl  ibn'ül-Bükeyr el-Muhaciri (R.A.)(ŞEHİD)
170.Seyyidüna Amir ibn-i Ümeyye  el-Hazreci (R.A.)
171.Seyyidüna Amir ibn-i Bükeyr el-Muhaciri (R.A.)
172.Seyyiduna Amir ibn-i Rebia el-Muhacirî (R.A.)
173.Seyyidüna Amir  ibn-i Sa'd el-Hazrecî (R.A.)
174.Seyyidüna Amir ibn-i Seleme el-Hazrecî  (R.A.)
175.Seyyidüna Amir ibn-i Füheyre el-Muhaciri (R.A.)
176.Seyyidüna  Amir ibn-i Muhalled el-Hazrecî (R.A.)
177.Seyyidüna Amir ibn-i Yezîd el-Evsî  (R.A.)
178.Seyyidüna Ayiz ibn-i Maıs el-Hazreci (R.A.)
179.Seyyidüna  Abbad ibn-i Bişr el-Evsi (R.A.)
18O.Seyyidüna Abbad ibn-i Kays el-Hazrecî  (R.A.)

181.Seyyidüna Ubade bin Samit el-Hazrecî (R.A.)
182.Seyyidüna  Abdullah ibn-i Sa'lebe el-Hazrecî (R.A.)
183.Seyyidüna Abdullah ibn-i Cübeyr  el-Evsî (R.A.)
184.Seyyidüna Abdullah ibn-i Çahş el-Muhaciri (R.A.)
185.Seyyidüna Abdullah ibnü'l-Ced el-Hazrecî (R.A.)
186.Seyyidüna  Abdullah ibn'ül-Humeyyir el-Hazreci (R.A.)
187.Seyyiduna Abdullah  ibn'ür-Rebi el-Hazreci (R.A.)
188.Seyyidüna Abdullah ibn-i Revaha el-Hazrecî  (R.A.)
189.Seyyidüna Abdullah ibn-i Zeyd el-Hazreci (R.A.)
190.Seyyidüna  Abdullah ibn-i Süraka el-Muhaciri (R.A.)
191.Seyyidüna Abdullah ibn-i Seleme  el-Evsi (R.A.)
192.Seyyidüna Abdullah ibn-i Sehi el-Evsi (R.A.)
193.Seyyidüna Abdullah ibn-i Süheyl el-Muhaciri (R.A.)
194.Seyyidüna  Abdullah ibn-i Şerik el-Evsi (R.A.)
195.Seyyidüna Abdullah ibn-i Tarık  el-Evsi (R.A.)
196.Seyyidüna Abdullah ibn-i Amir el-Hazreci (R.A.)
197.Seyyidüna Abdullah ibn-i Abd-i Menaf el-Hazreci (R.A.)
198.Seyyidüna  Abdullah ibn-i Urfuta el-Hazrecî (R.A.)
199.Seyyidüna  Abdullah ibn-i Amr el-Hazrecî (R.A.)
200.Seyyidüna Abdullah ibn-i Ümeyr  el-Hazrecî (R.A.)
201.Seyyidüna Abdullah ibn-i Kays bin Halid el-Hazrecî  (R.A.)
202.Seyyiduna Abdullah ibn-i Kays bin Sayfi el-Hazrecî (R.A.)
203.Seyyidüna Abdullah ibn-i Ka'b el-Hazrecî (R.A.)
204.Seyyidüna  Abdullah ibn-i Mahreme el-Muhaciri (R.A.)
205.Seyyidüna Abdullah ibn-i  Mes'ud el-Muhacirî (R.A.)
206.Seyyidüna Abdullah ibn-i Maz'un el-Muhacirî  (R.A.)
207.Seyyidüna Abdullah ibn-i Numan el-Muhacirî (R.A.)
208.Seyyidüna Abd-i Rabb ibn-i Cebr el-Evsî (R.A.)
209.Seyyiduna  Abdurrahman ibn-i Cebr el-Evsi (R.A.)
210.Seyyidüna Abdet'el-Haşhaş  el-Hazrecî (R.A.)
211.Seyyidüna Abd ibn-i Amir el-Hazrecî (R.A.)
212.Seyyidüna Ubeyd ibn'ut-Teyyihan ey-Evsî (R.A.)
213.Seyyidüna Ubeyd  ibn-i Zeyd el-Hazrecî (R.A.)
214.Seyyidüna Ubeyd ibn-i Ebî Ubeyd el-Evsi  (R.A.)
215.Seyyidüna Ubeyde bin Haris el-Muhaciri (R.A.)
216.Seyyidüna  Utban ibn-i Malik el-Hazrecî (R.A.)
217.Seyyidüna Utbe bin Rebıa el-Hazrecî  (R.A.)
218.Seyyidüna Utbe bin Abdullah el-Hazrecî (R.A.)
219.Seyyidüna  Utbe bin Gazvan el-Muhacirî (R.A.)
220.Seyyidüna Osman ibn-i Maz'un  el-Muhacirî (R.A.)

221.Seyyidüna el-Aclan ibn'ün Nu'man el-Hazrecî  (R.A.)
222.Seyyidüna Adiyy ibn-i Ebi Zağba el-Hazreci (R.A.)
223.Seyyidüna İsmet'übn'ül-Husayn el-Hazrecî (R.A.)
224.Seyyidüna  Usaymet'ül-Hazreci (R.A.)
225.Seyyidüna Atıyye bin Nüveyre el-Hazrecî (R.A.)
226.Seyyidüna Ukbe bin Amir el-Hazrecî (R.A.)
227-Seyyidüna Ukbe bin  Osman el Hazrecî (R.A.)
228.Seyyiduna Ukbe bin Vehb el-Hazreci (R.A.)
229.Seyyidüna Ukbe bin Vehb el-Muhacirî (R.A.)
230.Seyyidüna Ukkaşe bin  Mıhsan el-Muhacirî (R.A.)
231.Seyyidüna Amman ibn-i Yasir el-Muhacirî (R.A.)
232.Seyyidüna Umare bin Hazm el-Hazrecî (R.A.)
233.Seyyidüna Umare bin  Ziyad el-Evsî (R.A.)
234.Seyyidüna Amr ibn-i İyas el-Hazrecî (R.A.)
235.Seyyidüna Amr ibn-i Sa'lebe el-Hazrecî (R.A.)
236.Seyyidüna Amr  ibn'ül-Cemuh el-Hazrecî (R.A.)
237.Seyyidüna Amr ibn'ül-Haris el-Hazrecî  (R.A.)
238.Seyyidüna Amr ibn'ül Haris el-Muhacirî (R.A.)
239.Seyyidüna  Amr ibn-i Süraka el-Muhaciri (R.A.)
240.Seyyidüna Amr ibn-i Ebi Şerh  el-Muhaciri (R.A.)

241.Seyyidüna Amr ibn-i Talk el-Hazreci (R.A.)
242.Seyyidüna Amr ibn-i Kays el-Hazrecî (R.A.)
243.Seyyidüna Amr ibn-i  Muaz el-Evsî (R.A.)
244.Seyyidüna Umeyr ibn-i Haram el-Evsî (R.A.)
245.Seyyidüna Umeyr ibn'ül Humam el-Hazrecî (R.A.) (ŞEHİD)
246.Seyyidüna  Umeyr ibn'ül-Amir el-Hazrecî (R.A.)
247.Seyyidüna Umeyr ibn-i Avf  el-Muhacirî (R.A.)
248.Seyyidüna Umeyr ibn-i Ma'bed el-Evsî (R.A.)
249.Seyyidüna Umeyr ibn-i Ebî Vakkas el-Muhacirî (R.A.) (ŞEHİD)
250.Seyyidüna Avf ibn'ül-Haris el-Hazreci (R.A.)
251.Seyyidüna Uveym  ibn-i Saide el-Evsî (R.A.)
252.Seyyidüna İyaz ibn-i Züheyr el-Muhacirî  (R.A.)
253.Seyyidüna Ğannam ibn-i Evs el-Hazrecî (R.A.)
254.Seyyiduna  el-Fakih ibn-i Bişr el-Hazrecî (R.A.)
255.Seyyiduna Ferve bin Amr el-Hazrecî  (R.A.)
256.Seyyiduna Katade bin Numan el-Hazrecî (R.A.)
257.Seyyidüna  Kudame bin Maz'un el-Muhaciri (R.A.)
258.Seyyidüna Kutbe bin Amir el-Hazreci  (R.A.)
259.Seyyidüna Kays ibn-i Mıhsan el-Hazrecî (R.A.)
260.Seyyidüna  Kays ibn-i Mıhsan el-Hazrecî (R.A.)

261.Seyyidüna Kays ibn-i Muhalled  el-Hazrecî (R.A.)
262.Seyyidüna Ka'b ibn-i Cemmez el-Hazreci (R.A.)
263.Seyyidüna Ka'b ibn-i Zeyd el-Hazrecî (R.A.)
264.Seyyidüna Malik  ibn-i Ebi Havli el-Muhacirî (R.A.)
265.Seyyidüna Malik ibn-i Ebi Havli  el-Muhaciri (R.A.)
266.Seyyidüna Malik ibn'ud Duhşum el-Hazrecî (R.A.)
267.Seyyidüna Malik ibn-i Rifaa el-Hazreci (R.A.)
268.Seyyidüna Malik  ibn-i Rifaa el-Hazrecî (R.A.)
269.Seyyidüna Malik ibn-i Amr el-Muhaciri  (R.A.)
270.Seyyidüna Malik ibn-i Kudame el-Evsı (R.A.)
271.Seyyidüna  Malik ibn-i Mes'üd el-Hazrecî (R.A.)
272.Seyyiduna Malik ibn-i Nümeyle  el-Evsi (R.A.)
273.Seyyidüna Malik Mübeşşir bin Abd'il-Munzir el-Evsî (R.A.)  (ŞEHİD)
274-Seyyidüna Mücezzer ibn-i Ziyad el-Hazreci (R.A.)
275.Seyyidüna Muhriz ibn-i Amin el-Hazrecî (R.A.)
276.Seyyidüna Muhriz  ibn-i Nasle el-Muhaciri (R.A.)
277.Seyyidüna Muhammed ibn-i Mesleme el-Evsî  (R.A.)
278.Seyyidüna Midlac ibn-i Amir el-Muhaciri (R.A.)
279.Seyyidüna  Mersed ibn-i Mersed el-Hazreci (R.A.)
280.Seyyiduna Mistah ibn-i Üsase  el-Muhaciri (R.A.)

281.Seyyidüna Mes'üd ibn-i Evs el-Hazrecî (R.A.)
282.Seyyidüna Mes'üd ibn-i Halde el-Hazrecî (R.A.)
283.Seyyidüna Mes'üd  ibn-i Rebia el-Muhacirî (R.A.)
284.Seyyidüna Mes'üd ibn-i Zeyd el-Hazrecî  (R.A.)
285.Seyyidüna Mes'üd ibn-i Sa'd el-Hazrecî (R.A.)
286.Seyyidüna  Mes'üd ibn-i Sa'd el-Evsi (R.A.)
287.Seyyidüna Mus'ab ibn-i Umeyr  el-Muhacirî (R.A.)
288.Seyyidüna Muaz ibn-i Cebel el-Hazreci (R.A.)
289.Seyyidüna Muaz ibn-i Haris el-Hazreci (R.A.)
290.Seyyidüna Muaz  ibn-üs Sımme el-Hazrecî (R.A.)
291.Seyyidüna Muaz ibn-i Amr el-Hazreci  (R.A.)
292.Seyyidüna Muaz ibn-i Maıs el-Hazreci (R.A.)
293.Seyyidüna  Ma'bed ibn-i Abbad el-Hazreci (R.A.)
294.Seyyidüna Ma'bed ibn-i Kays  el-Hazreci (R.A.)
295.Seyyidüna Muattib ibn-i Ubeyd el-Evsi (R.A.)
296.Seyyidüna Muattib ibn-i Avf el-Muhaciri (R.A.)
297.Seyyidüna Muattib  ibn-i Kuşeyr el-Evsî (R.A.)
298.Seyyidüna Ma'kıl ibn-i Munzir el-Hazreci  (R.A.)
299.Seyyidüna Ma'mer ibn-i Haris el-Hazreci (R.A.)
300.Seyyidüna  Ma'n ibn-i Adiyy el-Hazreci (R.A.)

301.Seyyidüna Ma'n ibn-i Yezîd  el-Muhaciri (R.A.)
302-Seyyidüna Muavviz ibn-i Haris el-Hazreci (R.A.)
303.Seyyidüna Muavviz ibn-i Amr el-Hazreci (R.A.)
304.Seyyidüna Mikdad  ibn'ül-Esved el-Muhaciri (R.A.)
305.Seyyidüna Muleyl ibn-i Vebre el -Hazreci  (R.A.)
306.Seyyidüna Münzir ibn-i Amr el-Hazrecî (R.A.)
307.Seyyiduna  Münzir ibn-i Kudame el-Evsî (R.A.)
308.Seyyidüna Münzir ibn-i Muhammed  el-Evsi (R.A.)
309.Seyyidüna Mıhça' ibn'üs-Salih Mevla Ömer'ibn'ül-Hattab el  Muhaciri (R.A.) (ŞEHİD)
310.Seyyidüna Nadr ibn-i Haris el-Evsi (R.A.)
311.Seyyidüna Nu'man ibn-i el-A'rac el-Hazrecî (R.A.)
312.Seyyidüna  Nu'man ibn-i Ebi Hazme el-Evsî (R.A.)
313.Seyyidüna Nu'man ibn-i Sinan  el-Hazrecî (R.A.)
314.Seyyidüna Nu'man ibn-i Abd-i Amr el-Hazrecî (R.A.)
315.Seyyidüna Nu'man ibn-i Amr el-Hazrecî (R.A)
316.Seyyidüna Nu'man  ibn-i Amr el-Hazrecî (R.A.)
317.Seyyidüna Nu'man ibn-i Amr el-Hazrecî (R.A.)
318.Seyyidüna Nu'man ibn-i Malik el-Hazrecî (R.A.)
319.Seyyidüna Nevfel  ibn-i Abdullah el-Hazrecî (R.A.)
320.Seyyidüna Vakıd ibn-i Abdullah  el-Muhaciri (R.A.)

321.Seyyidüna Varaka bin İyas el-Hazrecî (R.A)
322.Seyyidüna Vedia bin Amr el-Hazrecî (R.A.)
323.Seyyiduna Vehb ibn-i  Ebî Şerh el-Muhaciri (R.A.)
324.Seyyidüna Vehb ibn-i Sa'd el-Muhaciri (R.A.)
325.Seyyidüna Hanî'bin'Niyar el-Hazrecî (R.A.)
326.Seyyidüna Hübeyl  ibn-i Vebre el-Hazrecî (R.A.)
327.Seyyidüna Hilal ibn-i Mualla el-Hazreci  (R.A.)
328.Seyyidüna Yezid ibn-i el-Ahnes el-Muhaciri (R.A.)
329.Seyyidüna Yezîd ibn-i Rukayş el-Muhacirî (R.A.)
330.Seyyidüna Yezidi  ibn-i Haram el-Hazrecî (R.A.)
331.Seyyidüna Yezîd ibn'ül-Haris el-Hazrecî  (R.A.)
332.Seyyidüna Yezîd ibn'üs-Seken el-Evsî (R.A.)
333.Seyyidüna  Yezid ibn'ül-Münzir el-Hazrecî (R.A.)


(RADIYAllahU ANHUM  ECMAİN)

11 Haziran 2011 Cumartesi

   EHLİ BEYTİ MUSTAFA'NIN( S.A.V.) MÜBAREK ANASI

 Hz. Fatıma'nın(r.a.) Doğumu 

Hz. Fatıma'nın (a.s) doğum tarihi hakkında İslam âlimleri ihtilaf etmişlerdir. Ehl-i Sünnet âlimleri çoğunlukla Hazret'in Hz. Resulullah'ın bi'setinden beş yıl önce doğduğunu rivayet ederken, Ehl-i Beyt İmamları'ndan gelen hadislerde daha çok Hz. Fatıma'nın (a.s) bi’setin beşinci yılının cemaziyülâhır ayının yirmisinde cuma günü doğduğu belirtilmiştir.

Ebu Basir'in naklettiği bir hadiste Hz. İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: "Fatıma (a.s) Hz. Resulullah (s.a.a) kırk beş yaşında iken cemaziyülâhır ayının yirmisinde dünyaya geldi. Ömrünün ilk sekiz senesini babasıyla birlikte Mekke'de geçirdi. On sene de Medine'de babasıyla beraber kaldı. Babasının vefatından sonra ise, sadece yetmiş beş gün hayatta kaldı ve hicretin on birinci yılında cemaziyülâhırın üçünde dünyadan göçtü." [1]

Hayr-ı Kesir Olması

Allah Teala, Hz. Peygamberini (s.a.a): “Sana bol hayır vereceğiz” buyurarak müjdelemişti. Dolayısıyla Hz. Peygamber (s.a.a), Allah’ın va'dinin kesin olduğunu ve bütün hayırların kaynağı olacak pak ve bereketli neslin kendisinden vücuda geleceğine emindi. Ancak kalp gözleri körleşen düşmanlar Resulullah'ın erkek evladının vefat ettiğini görünce, “Artık Muhammed’in soyunu devam ettirecek erkek evladı kalmamıştır; kendisinden sonra yolu da sönüp gider” şeklindeki söylentiler yaparak Hazret'i incitiyorlardı. Bunun üzerine Cenab-ı Hak onlara cevap olarak Kevser Suresini indirerek şöyle buyurdu: “Şüphesiz biz sana bol hayır (bereketli nesil) vermişiz. Öyleyse Rabbin için namaz kıl ve kurban kes. Doğrusu asıl ebter (soyu kesik) olan sana kin duyandır.”[2]

Evet, Allah’ın bu vaadi, Hz. Fatıma’nın dünyaya gelmesiyle gerçekleşmiş, dünya ufukları onun veladet nuruyla aydınlanmış ve kadının ne kadar yüce bir makama ulaşabileceğini bütün âleme göstermek isteyen Allah Teala, Peygamberinin temiz soyunun, Hz. Fatıma’dan vücuda gelmesini takdir eylemişti.[3]
Hz. Fatıma çocukluk günlerinden itibaren Allah Resulünün hamisi olmaya çalışmış, o küçücük elleriyle düşmanların saldırıları karşısında babasına siper olmuş, babasının bütün hüzün ve kederlerinde onun en fedakâr ortağı olmuştur. Tarih o Hazret'in bu fedakârlıklarını iftiharla kaydetmiştir.
Bir gün müşriklerden biri, Resulullah'ı (s.a.v) sokakta görünce, Hazret'i incitmek için başına bir miktar çer-çöp ve pislik döktü. Âlemlere rahmet olan Resulullah (s.a.a) ona karşılık vermedi ve bir şey söylemeden bu hâliyle eve döndü. Hz. Fatıma (a.s) babasının bu vaziyetini görünce koşup derhal su getirdi, ağlar gözle babasının başını ve yüzünü yıkamaya başladı. Kızının bu üzgün vaziyetini gören Hz. Resulullah (s.a.a), ona teskinlik vermek amacıyla şöyle buyurdu: “Kızım ağlama! Mutmain ol ki, Allah (c.c) babanı düşmanların şerrinden koruyacak ve onlara galip kılacaktır.” [4]

Yine bir gün Hz. Fatıma (a.s), Mescid-i Haram’da oturan bir grup kâfirin, babasının katli için komplo hazırladıklarını fark edince, ağlar bir gözle eve dönüp kâfirlerin aldığı kararı ve uygulamak istedikleri komployu babasına haber vermiş ve böylece babasını muhtemel tehlikeye karşı korumuştur. [5]

Bir gün de Peygamber-i Ekrem'in Mescid-i Haram’da namaz kıldığı sırada müşriklerden bir grup, Hazret'le dalga geçip alay etmeğe başladılar. Bu esnada onlardan biri o çevrede yeni kesilmiş bir devenin rahmini alıp kan ve pisliği ile birlikte, secde hâlinde olan o Hazret'in sırtına attı. Orada hazır bulunan ve bu manzaraya şahit olan Fatıma (a.s) bu duruma çok üzüldü; ağlayarak Resulullah’ın yanına koştu ve devenin rahmini Hazret'in sırtından alıp uzak bir yere atarak Hazret'i onların bu saygısızlığına karşı korumaya başladı. Bu arada bu büyük saygısızlığa maruz kalan Hz. Resulullah'ın (s.a.v) namazını bitirdikten sonra o insanlara beddua ettiği rivayet edilmiştir. [6]

Fatıma (a.s) böylece küçük yaşlarından itibaren bu çeşit hadiseleri görüp babasının yardımına koşuyor, bir annenin yavrusunu savunduğu gibi Hazret'i savunuyor ve babası için adeta annelik yapıyordu. İşte bundan dolayı Resulullah (s.a.v) ona, “Ümmü Ebîha” (Babasının annesi) lakabını vermişti.[7]

Ev İşlerine Bakması

İslam’ın en büyük şahsiyetinin yegâne kızı Hz. Fatıma (a.s) ev işlerini yapmaktan çekinmiyordu. Aksine ev işlerinde o kadar zahmet çekiyordu ki, Hz. Ali (a.s) onun bu kadar zahmet çekmesine üzülüyor, kendisine acıyor ve hizmetlerini takdir ediyordu. Hz. Ali'nın kendisiyle Hz. Fatıma'nın yaşamını anlatan aşağıdaki sözleri, Hz. Fatıma'nın bu açıdan katlandığı zorlukları açıkça gözler önüne sermektedir: Hz. Ali (a.s) ashaptan birine şöyle buyurmuştur:“Kendim ile Fatıma’nın durumunu sana anlatmamı ister misin? Fatıma o kadar evime su taşıdı ki, kırba bedeninde iz bıraktı; o kadar el değirmeniyle buğday öğüttü ki, elleri nasır bağladı; o kadar evde temizlik yaptı, evi süpürdü ki, elbiseleri bozardı, o kadar kazanın altında ateş yaktı ki, elbiseleri kararmaya başladı. Bu yüzden Fatıma’ya; 'Peygamber’in huzuruna gidip durumunu beyan edecek olursan ev işlerinde sana yardımda bulunacak bir hizmetçi verir' dedim.

Bunun üzerine Fatıma Resulullah’ın huzuruna gitti; Hazret'in bir grup sahabeyle sohbet ettiğini görünce ihtiyacını izhar etmekten utanıp bir şey söylemeden geri döndü. Resulullah (s.a.a) Fatıma’nın bir hacetten dolayı geldiğini anlamıştı. İşte bundan dolayı o günün sabahı evimize teşrif buyurdular, selam verdiler, biz de cevap verdik. Eve girip yanımızda oturarak şöyle buyurdular:

'Fatıma'cığım, dün gece ne maksatla bizim eve geldin?' Fatıma hacetini arz etmekten utandı. Bu sırada ben şöyle dedim: 'Ya Resulallah! Fatıma o kadar su taşımış ki, kırbanın başı göğsünde iz bırakmış, o kadar el değirmeni çevirmiş ki, elleri nasır bağlamış... Ben bu durumu görünce ona; 'Eğer babanın yanına gidip bir hizmetçi istemiş olursan, seni bu durumdan kurtarır' dedim.

Bunun üzerine, Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdular: 'Fatıma'cığım, hizmetçiden daha hayırlı olan bir şeyi sana öğreteyim mi? Her gün otuz üç defa 'subhanallah', otuz üç defa 'el-hamdu lillah' ve otuz dört defa da 'Allahu ekber'[8] zikrini söyle; bu zikir yüz defadan fazla değildir; fakat bunun amel defterinde bin sevabı vardır. Fatıma'cığım, eğer bunu her gün sabahleyin söylersen, Allah dünya ve ahiret işlerinde sana kifayet eder' Bu arada Fatıma (a.s), babasının cevabında üç defa: “Allah ve Resulünden razı oldum”diyerek rizayetini izhar etti.[9]

Evet, Hz. Fatıma (a.s), Peygamber (s.a.v) gibi yüce bir şahsiyetin kızı ve Arap kahramanlarının burnunu yere süren Hz. Ali gibi bir kahramanın eşi olmasına rağmen, evde bir hizmetçi gibi çalışmaktan arlanmıyordu. O da pekala lüks bir hayat sürdürebilirdi. Ama Ehl-i Beyt ailesinden bunu beklemek yanlıştır. Çünkü onlar Allah’ın rızasını hiçbir şeyle değişmezlerdi, onlar çalışmayı ibadet bilirlerdi.


Kocasına Hizmeti

Hz. Fatıma (a.s) kadının cihadının, kocasına iyi eş olması olduğunu ve evin erkeğin dinlenme ve huzur yeri olduğunu çok iyi biliyordu. Dolayısıyla Hz. Ali (a.s), işten veya -bir savaş söz konusu olduğu zaman- savaş meydanından yorgun argın olarak eve döndüğünde, Hz. Fatıma güler yüzle onu karşılar, işi ve savaşla ilgili haberleri ondan öğrenir ve şayet kocası savaşta yara almışsa, yaralarını pansuman eder, kocasını teşvik ve tahsin eder, cesaret ve fedakarlığını överdi. Bu vesileyle de kocasının kalbini hoşnut eder, yorgun olan bedenini rahatlatırdı. [10] Bu hususta Hz. Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Yoğun bir koşuşturmanın ardından eve gelip Fatıma’ya baktığımda bütün gam ve üzüntülerim yok olup gidiyordu.” [11]

Sonra Hz. Fatıma (a.s) kesinlikle Hz. Ali'nin (a.s) müsaadesi olmaksızın evden dışarı çıkmaz ve hiçbir zaman onu öfkelendirmezdi. Çünkü o babasının;“Allah Teala kocasını öfkelendiren kadının oruç ve namazını, kocasını kendisinden razı etmedikçe kabul etmez”[12] buyurduğunu biliyordu. İslamî ölçülere riayet hususunda ise o herkesten daha duyarlı idi.

Hz. Fatıma (a.s) hayatı boyunca asla yalan söylemedi, kimseyi incitmedi, hiçbir zaman kocası Hz. Ali’nin emrinden çıkmadı ve o Hazret'i üzmedi. Hz. Ali (a.s) bu hususta şöyle buyurmuştur: “Andolsun Allah’a ki ben, kesinlikle Fatıma’yı öfkelendirecek bir iş yapmadım, Fatıma de hiçbir zaman beni öfkelendirmedi.”[13]

Çocuk Eğitmesi

Hz. Fatıma'nın (a.s) çok önemli ve ağır vazifelerinden biri de çocuğa bakma ve onları eğitme meselesi idi. Hz. Fatıma (a.s) beş çocuk sahibi olmuştur, onların isimleri şöyledir: Hasan, Hüseyin, Zeynep, Ümmü Gülsüm ve Muhsin. Beşinci evladı olan Muhsin, henüz dünyaya gelmeden anne karnında öldürülmüştür.

Hz. Fatıma'nın (a.s) kendisi vahiy evinde eğitilmişti. Dolayısıyla bizzat Hz. Resulullah (s.a.v)'ın terbiyesi altında İslamî terbiye ve eğitimin en yüksek derecesini almıştı. Bu yüzden de annenin çocuğuna süt vermesinden, çocuğunu okşamasından ve öpmesinden tut, çocuğa karşı sergilenen bütün hareket ve davranışların, konuşma tarzının ve çocuğa söylenen sözlerin onun hassas ruhunu nasıl etkilediğinin tam anlamıyla bilinci içindeydi. Dolayısıyla Hz. Fatıma (a.s) çocuklarıyla olan oyununu bile eğitim ve ders haline getirmiş ve bu oyunlarda onlara şecaat, fedakârlık, hakkı savunma ve Allah'a kulluk dersleri veriyordu.

İşte bu duyarlılık sayesinde Hz. Fatıma, İmam Hasan gibi, hassas durumlarda İslam’ın menfaatlerini korumak ve esaslı bir inkılaba zemin hazırlamak için canını dişine takıp susabilecek, İmam Hüseyin gibi, Kerbela'da sergilediği kahramanlığıyla can, evlat ve malından geçerek İslam’ı diriltebilecek, Zeynep ve Ümmü Gülsüm gibi ateşli hutbe ve konuşmalar yaparak Beni Ümeyye’nin zulüm ve sitem rejimini rüsva ve rezil edecek evlatlar terbiye etti.

Faziletleri

Hz. Fatıma'nın faziletinden şu kadarı yeter ki, Hz. Resulullah (s.a.a) onu, ilklerin ve sonların, gelmiş geçmiş ve gelecek olan bütün dünya kadınlarının seyyidesi (efendisi) olarak tanıtmış, Ehl-i Beyt'inden yalnızca onun ayağına kalkarak elini öpüp kendi yerinde oturtmuş, ona "babasının annesi" lakabını vermiş, onun mayasının cennet meyvesinden oluştuğunu, insan kılığında cennet huriyesi olduğunu vurgulamış, ondan cennet kokusunu aldığını belirterek, onu koklamış, onun kendi parçası ve kalbi olduğunu vurgulayarak, onu incitenin kendisini incittiğini beyan etmiş, hatta daha ötesi Fatıma'nın rızasını Allah'ın rızasının ölçeği olarak tanıtmıştır. Bu hususta Hz. Resul-i Ekrem'den çok sayıda hadis nakledilmiştir. Biz burada sadece bazılarına işaret etmekle yetineceğiz.

Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur:

“Dünya kadınlarının en üstünü dört kişidir: “İmran’ın kızı Meryem, Muhammed’in kızı Fatıma, Huveyled’in kızı Hatice ve Firavun’un hanımı Asiye.”[14]

Yine Peygamber (s.a.a) buyurmuştur ki:

“Fatıma (a.s), ilklerden ve sonrakilerden bütün cennet kadınlarının en üstünüdür.”[15]

Hz. Resulullah (s.a.a), Hz. Fatıma’ya şöyle buyurmuştur: “Allah Teala senin gazabınla gazap eder, senin hoşnutluğunla da hoşnut olur.”[16]

Yusuf bin Zebyan dedi ki; Hz. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurdu:

“Fatıma (a.s), Allah katında dokuz isimle çağrılır: 'Fatıma, Siddika, Mübareke, Tahire, Zekiyye, Raziye, Merziyye, Muhaddese, Zehra.' Sonra 'Fatıma'nın ne anlama geldiğini biliyor musun?' buyurdu. Ben; 'Efendim bana açıkla' dedim. Bunun üzerine, İmam (a.s) şöyle buyurdu: 'Fatıma denilmesinin sebebi, şer ve kötülüklerden masum ve mahfuz olduğu içindir.' Sonra da şunu ekledi: 'Eğer Ali (a.s) olmasaydı, Adem'den kıyamete kadar yeryüzünde Fatıma için layık bir eş bulunmazdı.'[17]

Hz. Peygamber (s.a.a) buyurmuştur ki:

“Fatıma bedenimin bir parçasıdır, ona eziyet bana eziyettir, onun hoşnutluğu benim hoşnutluğumdur ve Fatıma insanların bana en aziz olanıdır.” [18]

İbn-i Abbas şöyle diyor: "Bir gün Hz. Resulullah (s.a.a) oturuyordu. Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin (aleyhim’us-selam) da Peygamber’ in yanındaydılar. Bu arada Hazret şöyle buyurdu: 'Allah’ım, biliyorsun ki, bunlar benim Ehl-i Beyt’im ve (nezdimde) insanların en değerlisidirler. Allah'ım, onları seveni sev, onlara düşman olanlara düşman ol, onlara yardım edene yardım et, onları bütün kötülüklerden münezzeh kıl, bütün günahlardan koru ve Ruh’ul- Kudus vasıtasıyla onları teyit et.' Daha sonra şöyle buyurdu: 'Ya Ali! Sen benden sonra ümmetin İmamı ve benim vasimsin. Sen müminleri cennete doğru hidayet edeceksin. Sanki kızım Fatıma’nın kıyamet günü nurdan olan bir bineğe bindiğini, sağ tarafında yetmiş bin melek, sol tarafında yetmiş bin melek, arkasında yetmiş bin melek ve önünde yetmiş bin melek olduğu halde hareket ettiğini ve ümmetimin mümin kadınlarını cennete götürdüğünü görür gibiyim. Beş vakit namazlarını kılan, Ramazan ayında oruç tutan, Allah’ın evini ziyaret eden, malının zekatını veren, kocasına itaat eden ve Ali’yi seven her kadın, Fatıma’nın şefaati vasıtasıyla cennete girecektir ve Fatıma dünya kadınlarının en üstünüdür.' Bu arada Hz. Resulullah'a: 'Fatıma sadece kendi asrının kadınlarının mı büyüğüdür?' diye soruldu. Bunun üzerine; Hazret şöyle buyurdular: 'Kendi asrının kadınlarının büyüğü olan Meryem binti İmran'dır. Kızım Fatıma, geçmiş ve gelecekteki bütün kadınların en üstünüdür..."[19]

Hz. Resulullah (s.a.a) Selman’a şöyle buyurdular:

“Ey Selman! Kim kızım Fatıma’yı severse cennette benimle birlikte olur; kim de ona düşman olursa ateşe atılır.

Ey Selman! Fatıma’ya sevgi beslemenin yüz yerde insana faydası dokunur; o yerlerin en kolayı şunlardır: Ölüm zamanı, kabre koyulurken, terazi kurulduğunda, mahşer günü, sırat köprüsünde ve sorgu sual zamanı.

Ey Selman! Kızım Fatıma kimden razı olursa ben ondan razıyım; ben de kimden razı olursam Allah ondan razı olur; Fatıma kime gazap ederse ben ona gazap ederim; ben de kime gazap edersem Allah ona gazap eder.

Ey Selman! O’na ve kocası Emir’ul Muminine, onun torunları ve Takipçilerina zulüm edenlerin vay haline.” [20]

Hz. Resulullah (s.a.v) uzun bir hadiste şöyle buyurmuştur:

“Ey Fatıma! Beni peygamberliğe seçen Allah’a andolsun ki, ben cennete girmedikçe diğer kimselerin cennete girmesi haramdır; sen benden sonra cennete girecek ilk şahıssın...

Ey Fatıma! Beni hak olarak meb’us kılana andolsun ki, sen kadınların hanım efendisi olarak cennete gireceksin...

Beni hak olarak peygamber gönderene andolsun ki, Hasan ve Hüseyin de senin sağ ve solunda oldukları halde cennete girecekler; sen cennetin en yüksek yerinden halka bakacaksın, Hamt bayrağı da Ali bin Ebu Talib’in elinde olacaktır...

Beni Peygamber seçene andolsun ki, senin düşmanlarına düşman olacağım; senin hakkını gasp edenler, seninle dostluk bağını kesip bana yalan atanlar pişman olacaklar, benim karşımda yer üzerinde süründürülecekler...” [21]

Hz. Resulullah (s.a.v) vefatına yakın bir zamanda Hz. Fatıma’nın elini Hz. Ali’nin eline koyarak şöyle buyurdular:

“Ey Ebe’l-Hasan! Bu, Allah’ın emaneti ve O’nun resulü olan Muhammed’in senin yanındaki vediasıdır. Öyleyse beni, O’nun hakkında gözet ve biliyorum ki, sen bunu yapacaksın.

Ey Ali! Allah’a andolsun ki, O (Fatıma), geçmiş ve gelecekteki cennet kadınlarının en üstünüdür. Allah’a andolsun ki, O, büyük Meryem’dir. Bil ki, Allah’tan O’nun ve senin için dua ettim, Allah da duamı kabul buyurdu...

Ey Fatıma! Allah’a andolsun ki, sen razı olmadıkça ben razı olmayacağım.” (Bu sözü üç defa tekrarladı) [22]

Hz. Resulullah (s.a.v) vefat anında Fatıma (a.s)’a şöyle buyurdu:

“Ey Fatıma! Allah’a andolsun ki, senin ağlamandan dolayı, Allah’ın arşı ve onun etrafındaki melekler, gökler ve yerler ve onlarda olan her varlık ağlayacaktır.” [23]

Ebu Eyyub-i Ensari şöyle diyor:

Hz. Resulullah (s.a.a) hastalandı, Fatıma (a.s) Hazret'in ziyaretine gelerek ağladı. Resulullah (s.a.a) onun bu durumunu görünce şöyle buyurdu:

“Ey Fatıma! Allah Teala seni çok sevmektedir. Seni, geçmişi herkesten parlak olan ve ilmi herkesten daha çok olan biriyle evlendirdi. Allah Teala yeryüzündeki insanlara özel bir şekilde teveccüh edip onların arasından beni seçti, beni mürsel bir peygamber kıldı; yine yeryüzüne teveccüh etti, onların arasından kocanı seçti ve seni O’nunla evlendirmek ve O’nu vasi kılmam için bana vahyetti.

Ey Fatıma! En üstün peygamber bizdendir, O da babandır; en üstün vasi bizdendir, O da eşindir; en üstün şehitler bizdendir; Onlar da babanın amcası Hamıza ve iki kanadıyla cennette uçan ve istediği yere giden babanın amcası oğlu Cafer’dir; cennet gençlerinin efendileri olan Hasan ve Hüseyn bizdendir; Onlar da senin evlatlarındır. Canım elinde olan Allah’a andolsun ki, bu ümmetin Mehdisi bizdendir, O da senin torunlarındandır.” [24]

Yine Hz. Resulullah (s.a.a) buyurmuştur ki:

“Eğer iyilik ve güzellik bir şahıs olmak isteseydi, o mutlaka Fatıma olurdu; oysa Fatıma ondan daha üstündür. Kızım Fatıma soy, yücelik, keramet ve bağış bakımından yeryüzündeki insanların en üstünüdür.” [25]

Emir’ul-Muminin Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:

“Allah’a andolsun ki, şimdi öyle bir söz diyeceğim ki, benden başka kim o sözü söylerse yalancıdır: Ben alemlere rahmet olan Peygamber'den miras aldım, eşim (Fatıma) ümmetin kadınlarının en üstünüdür; ben de vasilerin en üstünüyüm.” [26]

Hz. Ali (a.s) Hz. Fatıma (a.s) hakkında şöyle buyurdular:

“Allah’a andolsun ki, ben O’nu (Fatıma’yı) kesinlikle öfkelendirmedim; hayatta olduğu müddetçe onu sevmediği bir işe mecbur etmedim; O da beni öfkelendirmedi, bana karşı gelmedi; Ona baktığımda bütün gam ve üzüntüler kalbimden yok olup giderdi.” [27]

Hz. Ali'nin (a.s) şöyle buyurduğu nakledilmiştir:

“Allah’a andolsun ki, Fatıma’yı kendi gömleğinde yıkadım, tertemiz idi, Resulullah’ın henutundan kalan henutla onu henutladım. Onu kefenledikten sonra; ‘Ey Ümmü Gülsüm! Ey Zeyneb! Ey Sekine! Ey Fizze! Ey Hasan! Ey Hüseyn! Gelin annenizle vedalaşın, ayrılık vakti yetişmiştir, görüşmek cennet ve kıyamete kalmıştır’ diyerek onları çağırdım. Hasan ve Hüseyn öne gelip ağlayarak; 'Ey Hasanın annesi! Ey Hüseyn’in annesi! Ceddimiz Muhammed Mustafa’yı gördüğünde selamımızı O’na ilet ve O’na de ki, senden sonra yetim kaldık' diye annelerini sesleyip O’nunla konuştular.

Allah şahittir ki, Fatıma sızladı, feryat etti, ellerini kefenden çıkarıp onları bağrına bastı, bu esnada gayptan şöyle bir ses geldi: “Ey Ebe’l-Hasan! O ikisini annelerinin göğsünün üzerinden kaldır. Allah’a andolsun ki, göklerin meleklerini ağlattılar, dost (Allah), dostu (Fatıma’yı) görmeğe müştaktır...” [28]

İmam Hasan (a.s) da annesi hakkında şöyle diyor:

“Cuma gecesi annem Fatıma (a.s) mihrapta durup ibadete koyulmuştu, şafak atıncaya kadar hep rüku ve secde halindeydi; mümin erkek ve kadınların ismini zikredip onlar için çok dua edip fakat kendisi için Allah’tan bir şey istemediğini gördüm. Bunun üzerine anneme; "Ey anne! Neden diğerlerine dua ettiğin gibi kendin için de dua etmiyorsun?' dedim. Buyurdular ki: 'Evladım! Önce komşu sonra insanın kendisi."[29]

İmam Hüseyn (a.s) Resulullah (s.a.v)’ın şöyle buyurduğunu naklediyor:

“Fatıma kalbimin sevincidir; iki oğlu kalbimin meyvesidir; eşi gözlerimin nurudur; evlatlarından olan İmamlar, Rabbimin eminleri ve O’nunla yaratıkları arasında ilişki bağıdırlar; kim o bağa sarılırsa kurtulur, kim de ondan ayrı kalırsa helak olur.”[30]

İmam Muhammed Bakır (a.s) da babalarından naklen şöyle buyurmuştur:

“Resulullah'ın (s.a.v) kızı Fatıma'nın (a.s) “Tahire” lakabıyla adlandırılması, her denes ve refesten (kir, leke ve çirkin şeylerden) tertemiz olduğu içindir...”[31]

İmam Sadık (a.s) da şöyle buyurmuştur:

“Fatıma (a.s) hayatta olduğu sürece Allah Teala diğer kadınları Hz. Ali (a.s)’a haram kılmıştı; çünkü Hz. Fatıma (a.s) kadınların gördüğü adetten pâk idi.”[32]

İmam Rıza (a.s) babalarından naklen Resulullah'ın (s.a.v) şöyle buyurduğunu nakletmiştir:

“Miraca gittiğimde Cebrail (a.s) elimden tutup beni cennete götürdü, cennet hurmasından bana verdi, ben de onu yedim. O hurma benim sırtımda nütfeye dönüştü. Yeryüzüne döndüğümde Hatice’yle birlikte olduk, O Fatıma’ya hamile oldu. Binaenaleyh Fatıma insan şeklinde olan bir huridir. Cennetin kokusunu özlediğimde kızım Fatıma’yı kokluyorum.”[33]

İmam Ali Naki (a.s) babalarından naklen Resulullah'ın (s.a.v) şöyle buyurduğunu nakletti:

“Kızım Fatıma’nın “Fatıma” adlandırılmasının sebebi, Allah Teala’nın O’nu ve dostlarını cehenneme ateşinden ayırmış ve uzaklaştırmış olduğu içindir.” [34]

İmam Hasan Askeri (a.s)’a; “Fatıma (a.s) neden “Zehra” olarak adlandırılmıştır?” dediklerinde İmam (a.s) şöyle buyurdular:

“Fatıma (a.s)’a “Zehra denilmesinin sebebi şunun içindir ki yüzü, günün başlangıcında Emir’ul-Muminin (a.s) için güneş gibi nur saçıyordu, öğle vakti dolunay, akşamleyin ise yıldız gibi parlıyordu.”[35]

Ebu Ömer el-Amiri şöyle diyor:

İbn-i Ebu Ganim-i Kazvini ile bir grup Ehl-i Beyt taraftarı arasında hilafet konusunda niza çıktı. İbn-i Ebu Ganim, Ebu Muhammed (İmam Hasan Askeri)’in, kimseyi yerine tayin etmeden öldüğünü söylüyordu. Ehl-i Beyt taraftarları da tayin ettiğini savunuyorlardı. Bunun üzerine İmam Mehdi (a.s)’a bir mektup yazarak durumu Hazrete bildirdiler.

İmam Mehdi (a.s) cevaben kendi yazısıyla onlara şöyle yazdı:

“Bismillahirrahmannirrahim. Allah bizi ve sizi fitnelerden korusun ve yakin ruhunu bizlere bağışlasın... Allah Teala Adem (a.s)’ın zamanından Ebu Muhammed (a.s)’ın zuhuruna dek hidayete ermeniz için hidayet nişaneleri sizin için karar kılmıştır; bir yıldız (İmam) battığında (öldüğünde) diğer yıldız aşikar olmuştur. Allah Teala O’nun ruhunu kabzettiğinde Allah’ın kendi dinini batıl ettiğini ve kendisiyle yaratıkları arasındaki sebep ve irtibatı kestiğini zannettiniz. Oysa kesinlikle böyle bir şey olmamış ve kıyamete kadar da olmayacaktır...

Ben size nasihat ettim, Allah bana ve size şahittir... Resulullah’ın kızı Fatıma (a.s)’da benim için örnek vardır; (buyurmuştur ki:) “Cahil, amelinin kötü neticesinde yakın bir zamanda helake uğrayacaktır; kafir de ahiret yurdunun kimin olduğunu yakın bir zamanda anlayacaktır.”

Allah Teala bizi ve sizi kendi rahmetiyle tehlike ve kötülüklerden, afet ve belalardan korusun. Allah Teala istediği şeye kadirdir. Allah’ın selam, rahmet ve bereketi bütün vasi, evliya ve müminlerin, Muhammed ve Ehl-i Beyt’nin üzerine olsun.” [36]

Mübahele Olayına Katılması

Hz. Fatıma (a.s) mübahele olayında hazır bulunan beş kişiden biridir. Hicretin onuncu yılında Necran Hıristiyanlarından bir grup, tartışma ve tahkik yapma kastıyla Resulullah'ın (s.a.a) huzuruna vardılar. Hz. İsa’nın yaratılış niteliği gibi çeşitli meseleler söz konusu edildi. Resulullah (s.a.a) onlara Âl-i İmran suresinin ilk ayetlerinden bir kaçını tilavet buyurdu. Konuşma inada vardı, bu esnada şu ayet nazil oldu:

“Artık sana gelen bunca ilimden sonra, onun hakkında seninle çekişip tartışmalara girişirlerse de ki; gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım, sonra karşılıklı lanetleşelim de Allah’ın lanetini yalan söylemekte olanların üstüne kılalım.”[37]

Resulullah (s.a.v) Allah Teala’nın emri gereğince Necran Hıristiyanlarını mübaheleye (karşılıklı beddua etmeye) davet etti, fakat bunun yarına ertelenmesini önerdi.

Ertesi gün Necran Hıristiyanları va'dedilen yere geldiler. Bu sırada Hz. Peygamber’in bir genç erkek, bir genç kadın ve iki çocukla birlikte va'dedilen yere doğru geldiğini gördüler... Nihayet ilahî azabın korkusundan dolayı mübaheleden vazgeçip Resulullah’ın huzuruna giderek musalaha (anlaşma) yapmalarını rica ettiler, bu ricaları Resulullah tarafından kabul edildi... [38]

Mübahele olayı meşhur bir olaydır. Mezkur ayet de bu olay hakkında nazil olmuştur. Resulullah'ın (s.a.a) Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin’den başka kimseyi mübahele için götürmediği hususunda Ehl-i Beyt ve Ehl-i Sünnet ekolu görüş ittifakı içerisindeler. İşte bu mesele Hz. Fatıma, eşi Hz. Ali ve evlatları Hasan ve Hüseyin için büyük bir fazilettir.

İmanı ve İbadeti

Hz. Fatıma, kadınların en halis ve en çok ibadet edeni olduğunda şüphe yoktur. Bizim o Hazret'in ibadetini anlatmamız mümkün değildir. En iyisi Hz. Fatıma'nın bu özelliğini de Hz. Resulullah'dan dinleyelim.

Resulullah (s.a.v), Fatıma'nın (a.s) ibadeti hakkında şöyle buyurmuştur:

“Allah Teala, kızım Fatıma’nın kalbini ve azalarını, imanla öyle doldurmuş ki, Allah'a itaat için kendisini bütün meşguliyetlerden uzak tutmaktadır.”[39]

Yine Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

“Kızım Fatıma alemdeki kadınların en üstünüdür, bedenimin bir parçasıdır, gözümün nurudur, kalbimin meyvesidir, bedenimdeki ruhumdur, insan şeklinde bir huridir. İbadet mihrabında ayağa kalktığında yıldızlar yeryüzündekilere nur saçtığı gibi onun nuru da gökteki meleklere öyle nur saçar. Allah (c.c) meleklerine şöyle buyurur: “Ey meleklerim, cariyelerimin en üstünü olan cariyem Fatıma’ya bakın, (bakın görün) nasıl karşımda namaz için ayağa kalkmıştır, benim korkumdan bedeninin azaları titriyor, kalbiyle bana ibadete yönelmiştir. Ey melekler şahit olun ki, ben, Fatıma’nın takipçilerini cehennem ateşinden amanda kıldım...”[40]

Hasan Basri şöyle demiştir:

“Dünyada, (başka bir nakilde de-bu ümmetin içerisinde) Fatıma’dan daha çok ibadet eden bir kimse yoktu. Allah’a ibadet etmede o kadar ayakta dururdu ki, ayakları şişerdi.”[41]

Bağış ve Cömertliği

Cabir bin Abdullah-i Ensarî şöyle diyor:

"Bir gün ikindi namazını Hz. Peygamber’le birlikte kıldık. Aniden eski bir elbise giymiş olan yaşlı ve güçsüz bir adam Resulullah’ın huzuruna vardı. Resulullah (s.a.v) ona dönüp halini sordu. Cevaben şöyle dedi: 'Ya Resulallah, açım, beni doyur; çıplağım, bana bir elbise bağışla; fakirim, bana bir şey ver.

Resulullah (s.a.a) buyurdular ki: 'Benim şimdi bir şeyim yoktur. Ama bir hayıra kılavuzluk yapan, o işi yapan kimse gibidir. Öyle bir kimsenin evine git ki, Allah ve Resulünü sever, Allah ve Resulü de onu sever ve Allah’ı kendisine tercih eder. Git kızım Fatıma’nın evine, umarım sana yardım eder.'

Resulullah (s.a.v) daha sonra Bilal’a şöyle buyurdu :

'Ya Bilal, kalk bu güçsüz kişiye Fatıma’nın evini göster.' A’rabî kişi Bilal’la birlikte Hz. Fatıma’nın evine gittiler, eve vardıklarında ihtiyar adam yüksek bir sesle şöyle dedi: 'Ey nübüvvet ailesi ve meleklerin nazil olduğu merkez, selamun aleykum' Hz. Fatıma (a.s) cevaben: 'Aleyk’es-selam, sen kimsin?' diye sordu. Fakir adam şöyle dedi: 'Ben fakir birisiyim, babanın huzuruna gittim, beni size gönderdi. Ey Peygamber’in kızı, açım, beni doyurun; çıplağım, beni örtün (bana bir giysi verin); fakirim, bana bir şey bağışlayın.'

Hz. Fatıma (a.s) evinde yiyecek bir şey olmadığından, Hasan ve Hüseyin’in üzerinde yattıkları bir koyun postunu o fakir adama verdi, fakir adam şöyle dedi: 'Ey Muhammed’in kızı, ben açlıktan sana şikayet ettim, sen ise bir koyun postunu bana verdin, aç olduğum halde onu ne yapacağım?' Hz. Fatıma (a.s) bunu duyunca amcası kızının ona hediye ettiği gerdanlığı o adama bağışlayıp şöyle buyurdu: 'Al bunu sat ve kendi ihtiyacını karşıla, umulur ki, Allah ondan daha hayırlısını sana verir.'

Fakir adam onu alıp Peygamber’in huzuruna gitti ve macerayı O’na anlattı. Peygamber (s.a.v) duygulanıp ağladı ve şöyle buyurdu: 'Gerdanlığı sat, umulur ki, Allah Teala kızımın bağışı bereketiyle sana bir genişlik bağışlar.'

Bilahare bu gerdanlık çok bereketli oldu. Onunla bir köle hürriyete kavuştu, bir aç doydu, bir fakir müstağni oldu ve tekrar sahibine geri döndü." [42]

Kıssa çok uzun olduğundan dolayı biz onun özetini naklettik.

Masumiyeti

Biz Ehl-i Beyt dostları, Peygamberleri, On İki İmam’ı masum bildiğimiz gibi Hz. Fatıma’yı da her çeşit günah ve isyandan masum biliriz. Ehl-i Beyt İmamları’nın masumiyetini ispat eden delil ve gerekçelerin birçoğu Hz. Fatıma’nın da masumiyetini ispat etmektedir. Mesela, Allah Teala’nın: “Gerçekten Allah, her çeşit çirkinlik ve pisliği siz Ehl-i Beyt’ten gidermek ve sizi tertemiz kılmak istiyor”[43] ayeti o Hazret'i de kapsamına almaktadır.

Ehl-i Beyt ve Ehl-i Sünnet tarafından nakledilen çok sayıda hadisler, mezkur ayetin Peygamber, Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin hakkında nazil olduğunu ifade etmektedir.

Ömer bin Ebu Seleme şöyle diyor: "Mezkur ayet, Ümmü Seleme’nin evinde nazil oldu. Sonra Peygamber (s.a.a) Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin’i kendi yanına çağırdı ve elbisesini onların üzerine örtüp şöyle buyurdu: “Allah’ım, benim Ehl-i Beyt’im bunlardır, her çeşit pislik ve çirkinliği onlardan gider ve onları tertemiz kıl.”

Ümmü Seleme: 'Ya Resulallah, ben de onlardan mıyım?' dediğinde Resulullah (s.a.a); 'Sen kendi yerindesin sen, de hayır üzeresin' buyurdular."[44]

Bu arada Resulullah (s.a.v), Ehl-i Beyt’i tanıtması ve mevzuu tespit etmesi için altı ay, bir rivayete göre yedi ay, diğer bir rivayete göre de sekiz ay boyunca sabah vakitleri, sabah namazına gittiğinde Fatıma'nın (a.s) evinin önüne gelerek: "Namaz, ey Ehl-i Beyt namaz" buyurur ve daha sonra da mezkûr ayeti tilavet ederlerdi.[45]

Siyasi Mücadelesi

Hz. Ali ve Fatıma (a.s), Resulullah’ın (s.a.a) tekfin ve tedfin işlerini bitirdikten sonra olup bitmiş bir işle karşılaştılar. Ebu Bekir hilafete tayin edilmiş ve Müslümanlardan bir grup da ona biat etmişti.

Hz. Ali, Hz. Fatıma ve Hz. Ali'ye tabi olan Beni Haşim kabilesi ve ashabın ileri gelenlerinden bir grup Ebu Bekir'e biat etmekten imtina ettiler. Ebu Bekir'in alelacele hilafete getirilmesinin Hz. Resulullah'ın (s.a.v) Ehl-i Beyt'i ve özellikle de Hz. Ali hakkındaki tavsiye ve buyruklarıyla çeliştiğini savundular. Bununla da kalmayıp Hz. Ali ve Hz. Fatıma bu olay karşısında Hasan ve Hüseyin’in elinden tutarak Medine’nin ileri gelen kişilerinin evlerine gidip onları yardıma çağırdılar, Peygamber’in (s.a.a) tavsiyelerini onlara anlattılar.[46]

Hz. Ali ve Hz. Fatıma (a.s) bundan netice alamayınca karşıt mücadeleyi başlatmaya karar verdiler. Bu bakımdan Hz. Fatıma (a.s), imamet uğruna mücadele eden ilk mücahide idi. O bu mücadelesinin kıyamete kadar unutulmamasını istiyordu. İşte bunun için Hz. Ali’ye vasiyet ederek: “Beni geceleyin kefenle ve gizli olarak toprağa ver; kabrim de bilinmesin!”[47] dedi.

Hz. Ali de Hz. Fatıma'nın (a.s) vasiyeti üzerine, kimseye haber etmeksizin ona geceleyin gizlice gusül verip kefenledi ve sadece Selman, Ebuzer ve Mikdad gibi birkaç özel ashabının iştirakiyle gizlice defnetti. Kabrinin tanınmaması için de defnedildiği yeri yerle bir etti ve ayrıca kırk tane sembolik kabir yaptı![48]

Vefat Tarihi

Hz. Fatıma (a.s) babasından sonra bir kaç aydan fazla yaşamamıştır. Bununla birlikte vefat tarihi hakkında muhtelif görüşler vardır. Kuleyni’nin naklettiğine göre Hz. Fatıma (a.s) babasından sonra 75 gün, İbn-i Şehraşub’un nakline göre 72 gün, Ebu’l Ferec’in nakline göre 3 ay, Allame Meclisi’nin rivayetlerine göre 40 gün veya 6 ay, İbn-i Cevzi’nin nakline göre 70 gün ve İmam Bakır (a.s)’dan naklolan bir rivayete göre 95 gün yaşamıştır. Ama hicretin 11. yılında vefat etmiş olduğunda şüphe yoktur.

Hz. Fatıma’nın kaç yaşındayken vefat ettiğinde de ihtilaf vardır. Bu hususta 18, 28, 30 ve 35 yaşları olmak üzere beş görüş vardır.

Kabrinin nerede olduğuna gelince o da ihtilaflıdır. Bazıları, Resulullah'ın (s.a.a) ravza-i mutahharasında metfun olduğunu söylemişlerdir. Meclisi, İbn-i Babeveyh’den şöyle nakletmiştir: “Bana göre sahih olan, Fatıma'nın (a.s) kendi evinde defnedildiğidir. Binaen aleyh Beni Ümeyye, Mescid-i Nebevi’yi genişletince Fatıma'nın (a.s) kabri mescidin içerisinde kalmıştır.” Keşf’ul-Ğumme’nin müellifi de şöyle yazıyor: “Fatıma'nın (a.s) Bakî’de defnedildiği meşhurdur” İbn-i Cevzi ise şöyle yazıyor: “Bazılarına göre Hz. Fatıma (a.s) Akil’in evinin yanında defnedilmiştir.”

[1] - Bihar-ül Envar, c.43, s.9.
[2] - Kevser suresi.
[3] - Bihar-ül Envar, c. 16, s. 79, c. 43, s. 2, 3.
[4] - Tarih-i Taberi, c.2,s.344.
[5] - Menakıb-i İbn-i Şehraşub, c.1,s.174.
[6] - A.K. s.60.
[7] - Bihar-ül Envar c. 43, s. 16, 19; Keşf’ul- Ğumme, c.2,s.93.
[8] - Bazı rivayetlerde de 34 defa “Allahu Ekber” 33 defa “Elhamdulillah” ve 33 defa “Subhanallah”diye geçmiştir. Şehid-i Sani, “Dünya ahiretin tarlasıdır” hadisini şerh ettiği makalesinde; “Bu hadis iki çeşit nakledilmiştir, biz Subhanallah’ı öne geçirmiş olan rivayeti zikrediyoruz”diyor.
[9] - Bihar’ul- Envar, c.43, 82 ve 134.
[10] - Vafi, kitab-ı nikah, s.114.
[11] - Menakıb-i Harezmî, s.256.
[12] - Vafi, kitab-ı nikah, s.114.
[13] - Menakıb-i Harezmî, s.256.
[14] - Keşf’ul- Ğumme, c.2,s.76, Bihar-ül Envar c. 8, s. 178, c. 43, s. 19, 36.
[15] - Keşf'ül- Ğumme c. 2, s. 76, Bihar-ül Envar c. 14, s. 206, c. 43, s. 21, 37.
[16] - Keşf'ül- Ğumme, c.2,s.84. Usd’ul- Ğabe, c.5,s.522, Bihar-ül Envar c. 27, s. 70, 37, 70, 43, s.19, 20, 21, 42, 46, 48, 53, 54, 220.
[17] - Bihar-ül Envar c. 43, s. 10, Keşf’ul- Ğumme, c.2,s.89.
[18] - Keşf'ül Ğumme c. 2, s.92, Bihar-ül Envar c. 43, s. 26, 39.
[19] - Bihar’ul- Envar, c.43, s. 24.
[20] - Feraid’us- Simtayn, c.2, s.67.
[21] - Bihar’ul- Envar, c.22, s.491.
[22] - A.K. c.22, s.484-491.
[23] - A.K. c.22, s.484- 491.
[24] - Bihar-ül Envar c. 37, s. 41, c. 43, s. 97 Ayrıca bu hadis, Bihar-ül Envar kitabının c. 28, s. 52, c. 36, s. 307, 369, c. 38, s. 11, c. 51, s. 76, 79, 91'de benzeri tabirlerle Selman-ı Farisi, Ebu Said-i Hudri'den de rivayet edilmiştir. Yine bkz. Yenabi’ul- Mevedde, s.436. Mütahab’ul- Eser, s.192.
[25] - Feraid’us- Simtayn, c.2, s.68.
[26] - Bihar’ul- Envar, c.43, s.143.
[27] - A.K. c.43, s.134.
[28] - A.K. c.43, s.179-180.
[29] - A.K. c.43, s.81.
[30] - Feraid’us- Simtayn, c.2, s.66.
[31] - Bihar’ul- Envar, c.43, s.19.
[32] - Menakıb-i İbn-i Şehraşub, c.3, s.33.
[33] - Avalim’ul- Ulum ve’l- Meaarif, c.11, s.10.
[34] - Bihar-ül Envar c. 43, s. 16, Avalim’ul- Ulum ve’l- Meaarif, c.11, s.30.
[35] - Bihar-ül Envar c. 43, s. 16, Avalim’ul- Ulum ve’l- Meaarif c.11, s.33.
[36] - Bihar’ul- Envar, c.53, s.179-180.
[37] - Âl-i İmran/61.
[38]-Mecma’ul- Beyan, c.2,s.452. el-Kamil-u Fi’t- Tarih,c.2,s.293. Ruh’ul- Beyan, c.2,s.44, Bihar-ül Envar c. 21 s. 277, 337, 344, 345, c. 96, s. 241.
[39] - Bihar’ul- Envar, c.43,s.45.
[40] - Bihar-ül Envar, c. 21, 279, c. 22, s. 236, c. 37, s. 66, 71, c. 43, s. 37, 172, c. 28, s. 38, c. 43, s. 54, 172.
[41] - Bihar-ül Envar c. 43, s.76 ve 84.
[42] - Bihar-ül Envar, c. 43, s. 56.
[43] - Ahzab/33.
[44] - Sahih-i Tirmizi hadis no: 3129, 3719, Yenabi’ul- Mevedde, s.125. Dürr’ul- Mensur, c.5,s.199.
[45] - Sahih-i Tirmizi hadis no: 3135, Müsned-i Ahmet bin Hanbel hadis no: 132231, 13529, Keşf’ul- Ğumme, c.2,s.83. Dürr’ul- Mensur, c.5,s.199.
[46] - El-İmamet-u ve’s- Siyase, c.1,s. 12.
[47] - Bihar-ül Envar, c. 43, s. 199
[48] - Delail’ul- İmamet. Menakıb-i İbn-i Şehraşub, c.3,s.36