6 Aralık 2011 Salı

Senin Kokun Duydu Canım

AŞK
İlahi bir aşk ver bana, kandalığım bilmeyeyim
Yavu kılayum ben beni, isteyuben bulmayayım
Al gider benden benliği, doldur içime şenliği
Bu dünyada öldür beni, varıp anda ölmeyeyim

Şöyle hayran eyle beni, bilmeyeyim dünden günü
Daim isteyeyim seni, ayruk nakşa kalmayayım
Senin kokun duydu canım, terkini urdu cihanın
Hergiz belirmez mekânın, seni kande isteyeyim

Aşkın bir od urdu cana, üs yürürem yana yana
Ciğerim gark oldu kana, nice zari kılmayayım
Ko ben yanayım tüteyim, bülbül olayım öteyim
Dost bahçesinde biteyim, açıluben solmayayım

Halim getirsem dile, kim bana söğe, kim güle
Bari yanayım dert ile, ben dillere gelmeyeyim
Mansur um çek dara beni, ayan göster anda seni
Kurban kılayum bu canı, aşka münkir olmayayım
Aşktır bu derdin dermanı, aşk yolunda verem canı
Yunus Emre eydür bunu, bir dem aşksız olmayayım

Yunus Emre (k.s.a.) Divanı

Hz. Mevlana'dan (k:s:a:) Nasihatler

  Allah Teâlâ, nebileri ve velîleri âlemlere rahmet olarak dünyaya göndermiştir. Bu yüzden halka bıkmadan, usanmadan nasihatte bulunurlar. Bu nasihatleri dinlemeyip kabul etmeyenler için de, "Ya Rabbi! Sen bunlara acı, rahmet kapısını bunlara kapatma!" diye yalvarırlar.

Sen aklını başına al da, velîlerin öğütlerini canla başla dinle! Dinle de, üzüntüden, korkudan kurtul, mânevî rahata kavuş, eminliğe eriş!

Fırsatı kaçırmadan ve tereddüde düşmeden, bu fânî âlemin aldatmacalarından sıyrılmış, kendini tamamıyla Hakk'a teslim etmiş olan kâmil insanın eteğini tut ki, âhir zamanın, şu bozulmuş dünyanın fitnelerinden kurtulasın!

Velîlerin sözleri âb-ı hayatla dolu, saf, dupduru bir ırmak gibidir. Fırsat elde iken ondan kana kana iç de gönlünde mânevî çiçekler, güller açılsın.

Efendi, bilmiş ol ki edep, insanın bedenindeki ruh gibidir. Aslında edep, Allah dostlarının gözü ve gönül nûrudur. Eğer şeytanın başını ezmek dilersen, gözünü aç da gör ki, şeytanın katili edeptir.

Gözünü aç da, baştanbaşa Allah kelâmı olan Kur'ân-ı Kerim’e bak! Kur'ân'ın bütün ayetleri edep talim eder, edep öğretir.

Sen varını, yoğunu, malını, mülkünü ver de bir gönül al. Al da, o gönül, mezarda, o kapkara gecede, sana ışık versin, nur versin...

Hak dostu olan bir insan ile bir an beraber bulunmak, bir ömre bedeldir. Ondan düşen bir kıl ise kıymetli bir madene bedeldir. Fakat Hak dostlarının zıddı olan öyle katı kalpli insanlar da vardır ki, onlarla bir arada bulunmak ve konuşmak şöyle dursun, onları görmemek ve onlardan uzak olmak cihân mülküne bedeldir.

Gönlüme dedim ki: "Önde olmaya heves etme, lütuf merhemi ol. İnciten diken olma. Kimseden sana bir kötülük gelmesini istemiyorsan, kötü sözlü, kötülük öğreten, kötülük düşünen olma. Her hâlinle amel-i sâlih içinde ol."

Hz. Muhyiddin Arabi'den (k.s.a.) Nasihatler

Kalbini Allah’ın zikrine alıştırırsan, mutlaka kalbin zikrin vereceği nurla nurlanır. O nur kalp gözünün açılmasını sağlar.

Allah’ın kullarına, şefkat ve merhametle muâmele et. Merhametini bütün canlılara bolca saç. Şöyle deme: "Bu ottur, cansızdır, faydası yoktur." Evet, onların faydası ve birçok da hayrı vardır. Yaratılmışı kendi hâline bırak ve ona, yaratıcının merhametiyle merhamet et.

İsteyeni boş çevirme, güzel bir sözle dahî olsa onun gönlünü al, güler yüz göster. İleride Allâh'a mülâki olacağını düşün.

Dünyalık için Allah’tan başkası seni kul edinmesin. Çünkü sen ancak seni kul olarak kabul eden Allah’ın kulusun.

Allah’ın mümin kullarına, selâm vermek, yemek yedirmek, işlerini görmek sûretiyle muhabbet göstermelisin. Şunu iyi bil ki, müminlerin tümü, tek bir insan, tek bir vücut gibidir.
Kendini cemaate alıştır. Allâh korkusundan ağlamaya çalış. Allâh'ın ipine sarıl. Allah’ın sevip hoşnut olacağı şeylere rağbet göster.

Muhyiddîn İbnü'l-Arabî -kuddise sirruh- (d. 1165, v. 1240)

Kulun Rabbine En Yakın Olduğu An

Resulullah (SAV) Efendimiz şöyle buyurdu: "Kulun Rabb’ına en yakın olduğu anı, secde anıdır."

Şunu bilmelisin ki secde eden secde ettiği zaman, varlığı cem kaynağından alıp ayrıntılı âleme yaymaktadır. Yani yalnızlıktan çıkıp bütün kâinatla bir bağlantı kurmaktadır. Ama kurabilirse. Secdesini tam yapabilirse.

Şunu da bilesin ki bir kul vaktâ ki, Hakk Teâlâ onu yokluktan varlığa çıkardı... Böylece o Yüce Hakk 'tan uzaklaştı.

Peki bu durumda, kulun cem âleminden ayrılıp yaygın bir varlığa geçtikten sonra Rabb’ ına yakınlığı nasıl olacak? Evet, nasıl olacak ki tekrar eski yerine gidebilsin?

Bu gidiş ancak şu şekilde olabilir: Hakk’ ın, esma, sıfat, ahlak ve âyetlerine uygun bir şekilde dağıldıktan sonra olabilir. Bu da ancak secdede olabilir.

Manasını anla.


Sadreddin Konevi Hz.(k.s.a.)

12 Kasım 2011 Cumartesi

NAKŞ-İ BEND

    

http://t3.gstatic.com/images?q=tbn:ANd9GcSpYLqH8jhFlXPCZ-wh0wF4YxHzOu_smQfVlrnKp04TWoeLCsrEDSG9a8UpAAŞah-ı Nakş-i Bend: "Ey alemlerin elini tutucu. Sen benim elimi tut ki, sana el tutucu desinler." dedim.
 

     Hz. Gavsulazam Abdulkadir-i Geylani (KSA) şöyle devam etti: Ey alemlerin nakşını tutucu. Sen benim nakşımı tut ki, sana Nakş-ı bend desinler.

Abdurrahim Reyhan (K.S.): Bizi anlamayanlar da olacak. Bizi sevmeyenlerde olacak.
Ama biz, bizi anlamayanları da anlamaya, bizi sevmeyenleri de sevmeye mecburuz.


11 Kasım 2011 Cuma

EVLİYAULLAHI TANIMAK BİLMEK DİNLEMEK OKUMAK VE FAYDALARI

İmam-ı Gazali hazretleri buyuruyor ki:

Çok çalışınca, çok ibadet yapınca, beden yorulur. Hareket etmek istemez. Bu zaman uyumakla veya salih zatların hayat menkıbelerini okumakla yahut mubah olan eğlencelerle bedeni neşelendirmeli. Böyle yapmak, usanarak ibadet yapmaktan efdaldir. (İ. Ahlakı)

Sıbgatullah Arvasi hazretleri de buyuruyor ki:

Evliya menkıbelerini okumak, dinlemek Allah sevgisini artırır. Eshab-ı kiramın menkıbeleri, imanı kuvvetlendirir, günahları mahveder. (Evliyalar Ansiklopedisi)

Evliya zatların menkıbeleri okununca onlar hatırlanır ve günahlara kefaret olur. Onların hatırlanması Allahü teâlânın hatırlanmasına sebep olur. Dört hadis-i meali şöyledir:

(Salihleri [Evliya zatları] anmak günahlara kefarettir.) [Deylemi]

(Evliya görülünce, Allah hatırlanır.) [İbni Mace]

(Öyle zatlar vardır ki, Allah’ı hatırlamanın anahtarıdır. Onlar görülünce Allah hatırlanır.) [Taberani]

(Allahü teâlâ buyurdu ki: “Ben zikrolunduğum zaman Evliyam hatırlanır. Onlar zikrolununca da, ben hatırlanırım.”) [İ. Begavi-Mesabih]
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:

Zikir, hatırlamak demektir. Allahü teâlâyı hatırlamak, Onun ismini söylemekle veya çok sevdiği Evliya bir zatı görmekle olur. Evliyayı severek, inanarak görünce, muhakkak hatırlanacağı müjdelendi. Görmek, gözle olduğu gibi, Evliya zatın şeklini, suretini, kalbine, hayaline getirmekle de, görmüş gibi olup, Allahü teâlâyı hatırlamaya sebep olur. (2/46)

Seyyid Abdülhakîm Arvâsî hazretleri buyuruyor ki:

Hasta yanında, Evliya, âlim ve salih zatların menkıbeleri ve sözleri konuşulmalı, bunlara sevgisi arttırılmalıdır. Evliya-yı kiramdan bahsetmek, rahmete sebep olur. (Sefer-i ahiret risalesi)

Nefsi tezkiye, dine uymakla, sonra La ilahe illallah zikrini çok söylemekle, sonra Evliya bir zatın sohbetiyle ve kitaplarını, menkıbelerini okumakla olur. (İ. Ahlakı)
Bir başka husus da, dinin, imanın esası, Allahü teâlânın dostlarını sevmek ve sevmediklerini sevmemektir. Yani hakiki imana kavuşmak için, bu büyük zatları sevmek şarttır. İnsan, tanımadığı kimseleri sevemez. Evliya menkıbelerini okuyup, Allah dostlarını hatırlamak ve sevmek gerekir. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:

(İmanın temeli, Allah’ın dostlarını sevmek ve kâfirleri yani Allah’ın düşmanlarını, din düşmanlarını sevmemektir.) [İ.Ahmed]

Fıkıh âlimi Muhammed bin Hüseyin Beclî de, Resulullahı rüyada gördü. En iyi amel nedir diye sordu. (Evliyanın yanında bulunmaktır) buyurdu. Yaşayan Evliya bulamazsak deyince, (Diriyken de, ölüyken de onu sevmek, en kıymetli ameldir) buyurdu. (Sefinet-ül Irakıyye)

4 Eylül 2011 Pazar

TASAVVUFDA HAYAL ETMENİN DÜŞÜNMENİN ŞEKİLLERİ

  Rabıta, çok değişik şekillerde yapılabilir. Rabıtanın temeli muhabbete dayandığı için, herkesin muhabbeti ve sevgi meşrebi bir değildir. Ancak, rabıtanın genel usul ve edepleri vardır. Rabıta bunlara göre yapılmalıdır. Rabıtayı yapılış zaman ve şekline göre büyükler iki gruba ayırmışlardır.

MÜRŞiDiN HUZURUNDA YAPILAN RABITA

Mürid, mürşidinin huzurunda rabıta yaparken, onu yüksekçe bir taht üzerinde oturan azametli bir sultan gibi görür. Kendisi de onun huzurunda boynunu büküp duran bir fakir gibi bulunur. Kalbini bir dilenci torbası gibi açarak hükümdarın huzuruna arz eder. Bu hâl, hayal ile değildir. Çünkü orada mürşid hazırdır ve hayale gerek yoktur. Mürid, ümit ve edeple mürşidinin vereceği manevi hediyeleri bekler, ondaki nur ve feyze talib olur. Bütün duygularını ve sevgisini onda toplar.

MÜRŞiDiN GIYABINDA YAPILAN RABITA

Günlük Ders Olarak Yapılan Rabıta

Mürid, günlük rabıta dersini yapacağı zaman, akşam namazından sonra, abdestli bir şekilde kıbleye karşı adap üzere oturur, gözlerini kapatır, yirmi beş (25) defa estağfirullah der.

Mürşidinin dolunay gibi ilahi nurlarla parlayan cemalini hayalinde canlandırır.
Onu gözünün önüne getirmeye ve ondaki nurlardan nasiplenmeye çalışır.
Bunun için mürşidin iki kaşı arasından çıkan bembeyaz süt şeklindeki ilahi nurun ve feyzin, müridin ağzından girerek kalbinin üzerine geldiğini, kalbinden yayılarak bütün vücudunu sardığını düşünür.
Buna 10-15 dakika devam eder. Rabıtanın en azı beş (5) dakikadır. Duruma göre bu süre uzatılabilir.
Sonra 25 defa estağfirullah diyerek gözler açılır.
Kadınlar ders rabıtası yaparken, mürşidi bir nur şeklinde, güneş gibi parlak vaziyette düşünürler. Mürşidin vücut azaları, başı, yüzü, gözü zahiri olarak değil, ilahi nur ve feyiz ile dolu gönlü ve o gönüldeki nurun dışa yansımış hâli düşünülür. Ruh ruha, kalp kalbe, gönül gönüle bağlanır ve ondaki ilahi nurdan, feyizden, sevgiden, ilimden ve edepten nasiplenmeye çalışır.
Ders olarak yapılan rabıtanın vakti akşam ile yatsı arasıdır.
Ramazan- şerif ayında ise bu ders öğle ile ikindi namazı arasında yapılır. Ramazan ayının ve orucun bereketinden istifade etmek için Ramazan ayında rabıta, gündüz yapılır.

Hayatın Her Anına Yayılan Rabıta

Buna manevi ve hayali rabıta da denir. Bu rabıtanın şekli çoktur. O belli bir vakte bağlı değildir. Her iş ve ibadetten önce yapılacak bir rabıta şekli vardır. Bu rabıta ile basit işler güzelleşir, görülen şeylerden ibret alınır, kalp devamlı uyanık olur, insan edeplenir. Rabıta desteği ile yapılan amellerde insan, varsa riyasını görür, ihlasa sarılır, kusurlarını fark eder. Manevi rabıtanın bir şekli mürşide ait şeyleri sevmektir. Mürşid sevgisini kuvvetlendirmek için onun ehl-i beytini, oturduğu yerleri, kendisiyle ilgili şeyleri düşünmek, bir yandan muhabbetle ayrılık hasreti çekmek, öbür yandan buluşma özlemi ile kalbi mürşide bağlamak gerekir.

Mürid, yolda yürürken, yemek yerken ve bir işe giderken mürşidine yönelerek onun ruhaniyetini kendi tarafına çekebilir. Bu ruhaniyetin nurları ve tasarrufatı altındaki bir insan Allah’ın rahmetini üzerine çekmiş olur. Bu rahmet ona çok şey kazandırır. Mürid, günlük işlerinde de rabıtalı olmalıdır. Mesela uyuyacağı sırada mürşidini baş ucunda kendisine feyiz akıtır vaziyette düşünmesi, aynı şekilde uykudan uyanınca, bir ders alma veya verme anında, namazın başında ve sonunda rabıta yapması önemli kazanç sağlar. Çünkü müridin iki rabıta arasında işlemiş olduğu her amel, rabıtanın bereketi içinde işlenmiş olur. Namazın içinde rabıta yapılmaz.

Rabıtanın bereketi, kalbi Yüce Allah’a bağlamak ve onu her an uyanık tutmaktır.Müridin, dostlarıyla veya yabancılarla sohbet ederken, evinde ailesi içinde oturup kalkarken rabıta yapması da önemlidir. Bunun en önemli faydası gaflete düşmemek, boş konuşmalardan kaçınmak ve karşısındaki kimselere edepli davranmaktır. Müridin tatlı akar sular, hoş manzaralar, güzel binalar, çekici elbiseler, lüks arabalar görünce de rabıta yapması kendisine önemli kazançlar sağlar. Bu durumda mürid şöyle düşünebilir: Keşke mürşidim şu akar suyun başında, şu hoş manzaranın içinde veya şu güzel binada olsa da sohbetini dinleme şerefine ersek. Çünkü böyle yerlerde sohbet daha tatlı olur. Keşke mürşidim şu elbiseleri giymiş veya şu güzel vasıtaya binmiş olsa da herkes ondaki cemali ve celali, tevazu ve edebi görse. Bunlar ona ne güzel yakışır, hem bu nimetlere de en fazla o layıktır. Çünkü onların şükrünü en güzel o yapar. slında bu düşünceler samimi sevginin gereğidir. Çünkü aşık insan hoşuna giden her güzel şeyin sevdiği kimsede de bulunmasını ister, hatta önce onu tercih eder. Aşkta bencillik olmaz, ben diyen aşık olamaz. Mürid de karşılaştığı güzel nimetler içinde önce kimi hatırladığına bakarak sevgisini kontrol edebilir. Güzel nimetler karşısında yapılacak rabıta müridi gaflet, nankörlük, kin, haset, dünya sevgisi, cimrilik gibi hastalıklardan korur.Rabıtanın ihmal edilemeyeceği yerlerden birisi de velilerin hâllerini inkar eden alimlerin meclisleri ve onlarla münakaşa anlarıdır. Bu andaki rabıta kalbi yıkıcı fikirlerin etkisinden kurtarır, müridi edebe uymayan hissi ve nefsi davranışlardan uzak tutar.Bir başka mürşidle karşılaşma veya buluşma anında da rabıtalı olmalıdır. Bu şekilde mürid, karşılaştığı büyüğe karşı edepli davranır, sevimsiz düşüncelerden kurtulur, kalp kaymasından korunur.

Kâmil Mürşid Rahmet Vesilesidir

Mürid, bir nimetle karşılaşınca, bunu nefsine veya herhangi bir ameline maletmek yerine, mürşidinin dua ve bereketine bağlaması güzel olur. Böylece, kalp nimete değil onu verene bağlanır, Allah’a şükreder. Kendisine bu nimetin gelmesine vesile edilen, ayrıca nimet karşısında nasıl davranacağını öğreten mürşidine de teşekkür eder.

Burada şöyle bir soru akla gelebilir: Gerçekte bütün nimetleri yaratan ve dilediği kimselere dilediği kadarını ulaştıran Allahu Teala’dır. Böyle bir anda mürşidi düşünmenin ve onu nimete vesile görmenin ne faydası vardır? Bu durum sebebe bağlanıp asıl vereni unutma ve ileri safhada şirke düşme tehlikesi taşımaz mı?

Buna cevap olarak denir ki: Bir nimete ulaşan kimse için asıl tehlike onu kendi nefsinden bilip, ben yaptım, ben çalıştım, ben kazandım diyerek gaflete düşmesidir. Elbette bütün mülk, yaratma ve nimetleri taksim Yüce Allah’a aittir. Ancak Yüce Allah’ın dünya alemindeki adeti, her şeyi bir sebeple yaratmasıdır. Bu alemin ayakta durması için en büyük sebep, içinde Allah’a kulluk eden, O’nu zikreden salih müminlerin bulunmasıdır. Resûlullah (s.a.v) efendimizin belirttiği gibi: “Yeryüzünde Allah, Allah diye zikredenler bulunduğu sürece kıyamet kopmayacaktır. Kıyamet, dünyadaki hayatın sönmesi ve bütün hayat düzeninin bozulmasıdır. Demek ki şu anda bütün insanlık Yüce Allah’ın zikrini çeken salihlere teşekkür borçludur. Çünkü bu dünya onların yaşadığı ilahi ahlak ve çektikleri zikir sebebiyle ayakta durmaktadır.

Şu hadisleri de burada hatırlatmalıyız:“İnsanlar, Allahu Teala’nın kulları içinden seçtiği salihlerin sebebiyle yağmura kavuşur, onların bereketiyle müminler ilahi yardıma ulaşır, halktan umumi azap kaldırılır.”

Allah bu ümmete ancak aralarındaki zayıf görünümlü salihlerin duası, namazı, orucu ve ihlası sayesinde yardım eder.”

İmam Rabbani (k.s), Hz. Peygamber’e varis olan ve dini hayatı canlandıran irşat kutbu müceddidi tanıtırken şöyle demiştir:“Müceddit öyle bir kimsedir ki, ümmete gelen bütün feyiz ve maneviyat ancak onun sayesinde gelir. Onun aracılığı olmadan hiç kimseye irşat, hidayet, nur ve feyiz gelmez. Bu Allah’ın takdir ve tercihi ile böyle olmaktadır. Allahu Teala irşat kutbu yaptığı zatı vesile ederek dilediklerine pek çok faydalar ulaştırır. Bazen bundan irşat kutbu olan zatın haberi de olmaz.”

İşte rabıta yoluyla kendisine kalbin bağlandığı zat bu irşat kutbudur. Zaten bu yetki ve derecede olmayan kimseye rabıta yapılması yasaktır. İrşat kutbunun kim olduğunu o kimsenin irşadı gösterir. Onun veliliği ve peygamber varisi olduğu her hâlinden bellidir. Takva imamı olduğu güneş gibi ortadadır. Yeter ki onu gören kimse inkar gözüyle bakmasın.Mürid elde ettiği her nimetin kendisine gelişi için bir sebep arayacaksa, bu sebep onun Allah’tan gafil nefsi değildir. Elbette her şey Yüce Allah’ın sonsuz rahmeti ve iradesiyle olmaktadır. Ancak Allahu Teala kullarına göndereceği bir nimeti onların içlerinden seçtiği bir kul vasıtasıyla göndermeyi daha çok sevmektedir. Maddi ve manevi bir nimete kavuşunca yapılacak rabıta kalbi eşyaya değil, Yüce Mevla’ya bağlar. Kulu şirke değil, şükre götürür.

Hastalık ve Sıkıntı Anında Rabıta

Mürid bir musibet ile karşılaşınca şöyle düşünmelidir: Mürşidim, bende Allah’tan başka şeylere karşı ilgi, aldanma ve gaflet görerek kalbimin onlardan kurtulması ve Allah’a yönelmesi için Yüce Allah’tan bana bu musibeti vermesini dilemiştir. Böylece mürşidim uyanmamı ve tüm varlığımla Yüce Allah’a yönelmemi istemiştir. O hâlde bu musibet aslında bir ihsandır. Çünkü o beni kapıldığım gurur ve gafletten kurtarmıştır. Bu durumda ben böyle bir musibeti verene şükür, onun verilmesine sebep olana da teşekkür etmeliyim.

Sadat-ı Kiram’dan Şah-ı Hazne (k.s), müridin günlük işleri ile meşgul olurken yapacağı hayâli rabıtayı şöyle tarif etmiştir: “Mürid, sanki üstadı daima kendisiyle berabermiş gibi düşünür. Bir şey yediği, dostlarıyla konuştuğu, başkalarıyla karşılaştığı zaman onu hatırından çıkarmaz. Yatacağı ve uykudan kalktığı vakitte onun baş ucunda bulunduğunu düşünür. Talebeye ders verirken, dersi bitirirken, namaza ilk kalkarken, namazı bitirirken mürşidini yanında, önünde hayal eder. Mümkün olduğu kadar bu düşünceye devam edip, nefsin sevdiği şeye iltifat edilmemesi gerekir."

Rabıta Farklı Derecelerde Gelişir

Bu yolun büyükleri derler ki: Râbıtanın şekil ve dereceleri farklı farklıdır. Onun tek bir şekli yoktur. Bu sebeple mürid sabırlı olmalı, hak yolundaki edeplere dikkat etmelidir. Kalbini öldürecek boş işlere dalmamalıdır. Dinin emirlerine sıkıca yapışıp nefsi yavaş yavaş rabıtaya alıştırmalı ve bu hâli ilerleterek rabıtanın farklı derecelerine ulaşmalıdır. Şu çok önemli: Kâmil mürşidi düşünürken onun kulluk sıfatını unutmamak ve kendisine ait olmayan sıfatları düşünmemek gerekir. Bir sevgi haddi aşınca sevgiliye ihanete dönüşür. Müride düşen mürşidini yüceltmek değil, ondaki yüksek sıfat ve ahlaklardan nasiplenmektir.

İş-güç esnasında kısaca mürşidimin huzûrundayım diye düşünmek kâfidir. Yine Namaz ve Kur’an okurken namazını ve okuyuşunu karıştıracak şekilde râbıta yapmaktan sakınarak kısaca: “mürşidimin huzurunda Kur’an okuyorum, yanında namaz kılıyorum” diye düşünüp okunacak şeylerin güzel yapılmasına, mânâlarının düşünülmesine dikkat edilmelidir. İşte devamlı râbıta böyledir. Bu kısmı, kulun gayretine bağlıdır. Gelecek mânevî zûhûrat ve zevkler ise vehbîdir. Onlar Allah vergisi olup, kulun müdâhâlesi söz konusu değildir. “ Namazın içinde rabıta yapılmaz. Namazda kendiliğinden oluşan rabıta hâlinin bir zararı yoktur; ancak bu hâle iltifat edilmez. Namazda kalbi dağılan kimse: “Şu anda Kabe’de namaz kılıyorum, mürşidimin arkasında namazdayım, sağımda cennet, solumda cehennem var, ayaklarımın altında sırat köprüsü kurulu...” şeklinde bir çeşit zikir sayılacak ve kalbini toplayacak şeyleri düşünmesinin bir zararı yoktur, aksine faydası vardır. Böyle bir düşünce şirk değildir.

Namazın ve içindeki bütün amellerin hedefi Yüce Allah’ı zikirdir. Bu zikre vesile olan, kalbi uyandıran, gönlü toplayan, ibrete yol açan düşünceler, tefekkürler, hayaller, namazın ruhuna aykırı değildir. Mürid bu şekilde rabıtayı bütün vakitlerine yaymaya ve her zaman mürşidi ile kalb bağlantısı kurmaya çalışmalıdır. Çünkü gönlünü ve gündemini mürşidi ile doldurmayan kimsenin gönlü kendini meşgul edecek bir sevgili bulur. Ancak her sevgili onu Allah’a bağlamaz, her sevgi saadet sebebi olmaz.


Kaynak: Arifler Yolunun Edebleri